Hayat, bir anlamda çelişkilerin birbirini olumsuzlaması ve bu olumsuzlama sonucu yeni bir aşamaya geçilmesinin ifadesidir de denilebilir. Ya çelişkilerin birbirini olumsuzlaması beklenilenden uzun sürerse, ana celiski yerine ikincil çelişkiler kördüğüme donusur ve bu zaman dilimi hayatın bütününe yayılıp çürüme haline dönerse ne yapmalıyız?
Felsefede bu konuya filozoflar eğilmisler, bunlardan Aristoteles, Spinoza, Gazali ve Buridan örnekleyerek felsefi problem olarak önümüze sunmuşlardır. Bu örneklerden Buridan’ın problemini ele alalım.
Buridan’ın eşeği hem aç hem de susuzdur ve kendisine eşit uzaklıkta noktalardan birine su, diğerine de saman balyası konulur ve eşek hangisine gideceğine karar veremeyip en sonunda açlıktan ve susuzluktan ölür. Yaşamını sürdürebilmek için çelişkilerini aşamamış , daha kötüsü hangi çelişkiyi başat olarak ele alacağını bilememiştir. Şimdi günümüze gelip bu problemi hayatımıza uyarlamak güncel sorunlarımıza farklı bir yönden bakmayı ve çözüme gitmeyi sağlayabilir.
Kendi yaşadıkları coğrafyada bile ortaklaşalık üretimine katkı sunmayıp bu nedenle de yaşadıkları toplumda tutunamayıp yola çıkarak, bu yolculukta da önlerine gelen her şeyi yakıp yıkarak coğrafyamıza kadar gelen ve geldiğinden bu yana da geleneksel tavrını sürdüren bir güruhla karşı karşıyayız. Diyalektiği yalanlamak istercesine değişime direnen bir anlayış bu. Tarihin sayfalarında savaşlar geniş yer tutar. Uluslar, halklar bu bağlamda sürekli savaşıp, belirli dönemlerde de birbirlerini güçleri oranında sömürgeleştirmişlerdir. Bu denge kimi zaman sömürgeci ile sömürgenin yer değiştirmesiyle günümüze kadar gelmiştir.
Büyük soykırımlar yaşanmış, Amerika kıtasında yerliler, Avustralya kıtasında Aborjinler ve Naziler tarafından da Yahudiler kurban edilmişlerdir. Elbette katledilenler geri getirilemez ama bunu gerçekleştirenler “göz boyama” babından da olsa özür dilemişlerdir. Bu soykırımlar üç kıtada gerçekleşmiş adeta her kıtanın payına bir soykırımcı düşmüştür. Gelgelelim “Uzak Asya’dan dörtnala gelen” güruh üç ayrı kıtada gerçekleştirilen soykırımları tek başına bir kıtada gerçekleştirerek aşmayı bir övünç olarak görmüş, bu konuda harekete geçmiş ve tek başına gerçekleştirdiği soykırımlardan en belirginleri olarak Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin ve Süryanilerin kanlarını bu kadim halkların sadece toprağına dökmemiş, aynı zamanda bir nişane olarak bayraklarının, tarihlerinin ve kendilerinin göğsüne takmışlardır.
Kürt halkının nezdinde tüm halklara ilan ettikleri savaş politik arenada da sürmektedir. Savaşın şimdiki yönü HDP’nin kapatılması hakkındaki davayı göstermektedir. İnsanları, her dönem, egemenlerin tiyatro sahnesi olan parlamentoda demokrasi adını verdikleri gösterimle oyalamaya bile artık gereksinim duymadan HDP’yi ya kapatıp ya da parlamento dışına çekilmeye zorlayıp, sonra da dönüp “bakın kendileri çekildiler, hodri meydan seçimlere gidelim” diyecekler ve elbette bu süreç işlerken HDP’nin temsil ettiği geleneğin de bir şekilde yeni parlamentoda temsil edilmesini engellemek için türlü kurnazlıkları işlerliğe koyup yollarına devam etmek isteyeceklerdir.
Görünen hesap bu ama hayat daha farklı akar, akacaktır da çünkü nesnel gerçeklikler daha farklı bir yöne gidileceğini göstermektedir. HDP hakkında iddianame hazırlanması ve Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki her iktidar gücünü korumak ve artırmak için bir takım yöntemlere gereksinim duyar, bu politika açısından anlaşılır bir olgudur. Bu yöntemler yönetim aşamalarında gerçekleşir, bizlere ilan edilen ile mücadeleye devam ederiz. Sadece sağla düşüncenin yelpazesinde değil sol düşüncede de bu vardır, aksi halde onca “kahraman ve hain” yer değişimini nasıl açıklarız? Ancak bu olgunun ahlaki değerlere bağlılık açısından sol hareketlerde olmaması gerekir, bu ayrı bir yazıda ele alınmak üzere şimdilik beklesin. Erdoğan’ın temsil ettiği cephe, yekpare görünse bile birbirlerini aşamayan çelişkilerin birlikteliği olarak durmaktadır.
Ulusalcı, siyasal islamcı, faşist, “sosyal demokrat” gibi bileşenlerin olması, ilan ettikleri savaşta bizlere açık ama kendilerine karşı da örtülü bir savaş yürütmektedir. Kürtlere diz çöktüremedikleri için savaşın kendi içlerindeki bölümü henüz net olarak ilan edilmemiştir. Kürtlere diz çöktürebilirler mi, asla… Birbirlerine karşı yürüttükleri savaşın üzerindeki örtüyü bu nedenden dolayı bir süre sonra çekecekler ve yenilgiyi kendi aralarında ilk düşene fatura edeceklerdir. Bu fatura Erdoğan’a kesilmiştir bir süre sonra da ödeyecektir. Bunun ilan edilmemesi gerçeği değiştirmez.
HDP’yi kapatsalar “durun biz kardeşiz” tekerlemesi boşa çıkacak, kapatmasalar kendi iç çelişkileri devreye girecek ve mutlaka “kuzgun leşe” denilecektir. Bu çelişkilerin içinde tepeden tırnağa battıkları bataklık, çürümüş kokusuyla uluslararası ilişkilerin de burunlarını tıkamasıyla çözülecek noktayı çoktan geçmiş olduğu için karşılarında duran çelişki aşılmak için yeni bir ilişki tarzını dayatmaktadır. Çünkü çelişkiler aynı ilişkiler içinde çözülemez, yeni ilişkiler içinde çözülür. Sosyal ve siyasal öngörüler falcının eline sihirli küreyi alıp gözlerini kapatarak konuşması gibi yapılmaz. Nesnel gerçekliklerin bütün verilerinin devrimci bir tarzda değerlendirilmesiyle yapılır.
Ekonomik ve politik olarak dünyadan yalıtılma sürecine girmiş, çıkarılan onca yasalara rağmen kapitalist sermayenin bırakalım yatırım yapmasını, var olan sermaye yapısını bile çektiği bir yerde bütün ilişkiler yenilenmeyi, çelişkiler aşılmayı beklemektedir. Öte yandan Kürtlere karşı yürüttüğü savaşın genişlemesi ve bitirilememesi ekonomik ve politik yükü ağırlaştırmıştır. Tarihsel hünerleri olan sömürgecilikten vazgeçememeleri, yarattıkları uydurma tarihle yüzleşememeleri her anlamda bir yol ayrımına açmaktadır.
Başat çelişki Kurdîstan ve Kürtlerdir. Bir yanda sömürgeleştirdikleri halklarla eşit ilişkiler çerçevesinde yaşamak, diğer yanda da kendi toplumsallıklarını çağdaş, insani bir düzleme oturtmak durmaktadır.
Buridan’ın eşeği, eşek olduğu için iki çelişkiyi aşamayıp açlık ve susuzluktan ölmüştü, ya bunlar?…