Müslüm Yücel/Şiir: Abdullah 17 yaşında

Yazarlar

Abdullah 17 yaşında

Orhan Koçak için

Beni artık, benim dışımdaki eşya ilgilendirmiyor

İçimde ne varsa, dışımda o; eğilen her şeyde,

beni uyandıran bir saat çalıyor.

Nefesimin ince telleriyle bağlanıyor dünya

Kalbim ateşler içinde uyanıyorum

Gözlerim su içinde uyanıyorum

Bir balığın karnında su içiyorum geceleri

Ateşten dokunmuş gömleğimin ipeğinden

topraktan bir şelale akıyor

Ve beni taşıyamıyor artık el yapımı gemiler

Attığım her adımda bir rüyanın bayrakları

Bir düello bu:  Gel diyorlar,

nereye geleceğimi söylemiyorlar

Diyorlar ki taşın ağzıyla şarkılar söyle

Yoksa köklerine üç vakte dek dolacak gölgeler

II

Kendimi herkes için kaybettim ben

Sağır ihtiyaçlar

Dilsiz gözyaşları arasından bir uçuruma doğru

sessizce; kuleler dikilirken ve dağıtılırken diller

bana derin kuyular verildi;

biliyorum, bütün mahkemeler

kuyu başlarında kurulur. Ve kuyuların yanıbaşında

bir ağaç vardır hep; bir sincap ağacın

köklerini yılanla bir olup kemirir ve ben, onlara

bakıp gülerim. Tepede bir kartal vardır: İki kaşının

arasında bir kent vardır: O kentin peşindeyim ben!

ve ben, kuyunun her damla suyundan

bir masal öğrenirim.  Şimdi su damlaları

sessiz bir Tanrı gibi dağılıyor üzerimden:

ve ben her gece, burada

kıyısız bir denize akan bir nehrin çakıltaşlarıyla

bir ölüm dirilsin diye

her gün bir mezardan bir harf siliyorum

benden beklenen yıkımları erdem sayıp bir gelecek inşa etmekti

kış gelecek ve biz bir araya geleceğiz dedim hep

eskinin görklü kahramanları geçti çünkü benden

beni saran şimdinin kötüleri

uykuda bir çocuğun ağlayıp uyanamaması gibi bir şeydi bu

bir yunusun kıyıda ay gibi gülümsemesi

geldim, kayıp anılardan yeni doğmuş gibi çıplak

ay sarı ve sarmış beni, Undine’lerin sakızdan saçları

geldim, köklerimde bir ağrı, bir karartı, alevler sarmış kenti

ve bütün ağızlar bir sırrı saklar gibi bakıyor yukarı:

Ellerim bağlı ve kalbimin ellerinde kör bir kadının elleri

Ve yerde oklanmış bir güvercin, gözlerini açmış, ona bakıyor bir kedi

geldim, Tanrı çekip gitmişti; anladım, gitmek bir eylem değil fikirdir

ve bir yerlerde bir el güneşi karartıp, gölgemi kızıştırıyor;

gölge, bir kule gibi yükseliyor üzerimden.

Dedim bu bir Venedik aynası

Donuk bir yılanın aksi

bütün nesneler unut diyor sadece,

“çünkü ölüdür sondan bir önceki hece”

ve kim elini kaldırsa vuruluyor göğsünden

kuyu dilin ve sayıların günahıydı yeniden

sordum, kim bu efendi ve niçin suçluyor beni

ve niçin hayatım boyunca bir suçlu gibi suç arıyorum

bir taşı kaldırmadan ve toprağa sıcak bir nefes aldırmadan

yoluma çıkan, rastgele bir ağaçtan bile bir meyve koparmadım ben

ayakkabılarım desem, zaten Ömer Efendi’nin oğluydum

istesem de istemesem de vururdu

ve babam bana boğul dese boğulurdum:

yedi yaşında marşlar öğrenen biri,

on dördünde ölümden korkabilir mi?

hem ölüp dirilmekten başka nedir ki devlet

Beride, yakılmış köylerin ocaklarında pişirilmiş ekmekler

Beride, kanla yağlanmış tüfekler

ve aşk söz konusu edilince birden anılar biter

bir halkın tarihi nedir ki?

İlk kez Sakarya Caddesi’nde bir kadının elini tutarken bunu farkettim

Görülen değil, görüleni örten hayattı

Bildim bir halka ad vermek, kendi adına sahip çıkmaktır

Bildim ne zaman adımı söylesem, adım başka bir adı çağrıştırır

Bildim halkım başka halkların yamağıdır

Bildim özgür olmak, karanlıkta oturmaktır

Konuşmak acı çekmektir, ki acı bir hak olarak verilmişti bana

Bir şair eseri ile görülür, görüntüsü şiirini silerdi ya

Halk ve ev silinen şeylerdi. Devlet! Gölgeleri kullanıp yönetmek

hem ev dediğimiz biraz da ölüm kokmaz mıydı zaten?

Beride, kin; evet, kin bir halk yaratır

ama bir insan yaratamayan devrimler

bütün ormanları yaşken eğer!

(Ve acıkmasını da bilebilirdim sabahları herkes gibi ben de

ama  “ölmezsem öldürmezsem kim farkıma varır” dı benim).  

Dedim bir hayvanın sesini taklit ederek

Bir hayvanın sütünü içemem ben; dedim, bir aşkı

Bir aşkla değişerek, ben aşığım da diyemem; dedim

Kendi kendini içen bir sudur bedenim; dedim,

geniş bir evdir benim dilim ve ağızlar burada birer

kuş gibi uçmasını öğrenir ve bu evde bir kadın oturur

gecelerimde eli yüzümde ay gibi gezer: Annemdir

ellerini öptükçe yüzüme bir aydınlık gelir; dedim, artık

yoruldum dudaklarımda geceleyen dudaklar; dedim,

acizlik bir zakkum ağacıdır, sökün içinizden, güneşe ekin

dedim, gerçeğin adımlarından başka bir şey değilim ben;

bırakalım söylevleri, gözlerimiz açık uyuyalım,

artık ellerimiz düş görsün

ve bir arı gibi damarlarda dolaşmasın köyleri kentler

suların el kol hareketleri bile yerimizi ve yönümüzü bulmaya yeter

ve dedim, ey kalbimi görmek isteyenler: Suyun kalbidir kalbim

hayatın bütün gecelerinde taşa karşı çarpar: Suyum ben,

insanda kendi adıyla çağlayan ve kime adımı söylesem, bana adını söyler

Dedim dağa çıktım ben, yükseklik çekti beni. Yükseklik çeker

ve bir melek karşıladı beni, ben yakınlaştıkça o çirkinleşti

ve hiçbir nesne sessiz değildi burada ve her nesne kendi acısını

Bende dile getirdi. Dedim, birileri yukarıdadır ve burada olanlar

Yukarısı diye bir şey bilmezler. Yukarıda rüya korku terler:

Dağ! Kırbaçlanmış bir at gibi ışığı görür görmez soluğu dağda aldım.

Dedim, dağ uzakları gösterir. Uzağı gösteren yükseltilerdir.

Ve kahraman burada güvensizlikten doğar. Hayranlıklar dedim

sonra burada suçlama biçimindedir. Dedim burada kim beni iki kolu

ve kalbiyle koruyabilir? Ve dedim benim için yürüdüklerini söyleyenler

Kendi ayakseslerini duymazlar. Dedim gözlerimin darboğazından

hızlıca ve ürkerek, ellerinde

yılandan kırbaçlarıyla atlarını sürdüler. Dedim

Kar taneleri tenimden geçti, ateşimle yandı semender

Hem darağacı nedir ki? Eskiler ona aşıkların miracı derler:

Dedim doğruyu söylüyorum ben

Doğruyu kendini fethedenler söyler:

Çünkü ben sayıların dağına sözle çıktım

Mermiler sayıldı, sayıldı;

Meclis’te vekiller sayıldı, sayıldı.

Araziler ve kan sayıldı, sayıldı

Ve anladım ki yenildim ben

(not düştüm ama tarihe, dedim;

İdeal, tapınağa dönünce yıkılır

Kendi yapıtımın önünde durdum ben:

Tarihi, bildiklerimle tüketemem.

 

 III

Ki ben bir ağacım, adım meşe

Bir ateş gibi örter beni, yanıp söner üzerimde yapraklar

Akşam! Köklerimde kanlı çizikleriniz:

Görünürsünüz: Sağımda

Görünürsünüz: Solumda.  

Gırtlak biçiminde; sis içindesiniz

Benim gül teni toprak keseklerim karşısında miğferler içindesiniz

O zaman görünürüm; çünkü toplu olan karanlıktır

tek olan ışık ve ne zaman ki ışık, bir nehre döner

gövde giysilerin gölgesine sığınır; siz,

gecede,

karartısınız: Her yere ulaşmak isteyen beyaz

Elinizde, kalbinizden yuvarlanan taşlar

Taşların tarihidir kalbi olan insanlar

Yükselip kan içinde bir heykel gibi bağırırsınız

Çünkü hayat bilgisi

Bir taşı sökemiyorsan, çevresindekileri sök, der!

Çünkü kargaşa milli kıyafetlerle heyecan yaratır

Çünkü fırsat bir yatak gibi açıktır,

verdiğim kavganın bir saatini bile bilmeyenlere

Çünkü ölümüm bile bir jesttir artık

Çırpınıp dururum işte, ruhumun ülkesi tehlikededir

Masallarım tehlikede: Işık dolu mağaramı cinler bastı

Ayak izleri ebegümeci biçiminde; ıslık çalıyorlar durmadan

Mezarlardan ölmüşlerimi çalıyorlar: Bana evde otur

Yılanlarınla oyna diyorlar; kibirliler!

Gözlerinde habis ruhlarının ışıltısı

Dillerinde hasetin lezetti, kelimeleri yalan zinciri

Biri diğerini tutmaz, biri diğerini yutmak içindir

Derken/

Oralardan-

kalbimin sıcak sularından boğulmuş bir adam çıkar

Hiç konuşmaz. Anlarım: Kalbi olanın yalnızca elleri vardır

Ve insanı borca sokan umut ve müsamaha gözlerinden okunur

Ellerinde bir anahtar: Uzun düşünmenin anahtarı. Anlarım:

Mirasa istif denilen yerde

Kazanmak, kendini müdafaadır.

Sesler gelir! Gece boyu serpilmiş sesler

Sesler! Kalbimi, annemin kalbine götürür

Bir denizdir annemin yüzü, ben küçük tayfa   

İki ağacıma su vermek için dağa çıkarım ben

Ağaçlarım tehlikede. Ağaçlarım kabuk bağlamayı öğretir

Gölge yok diye darağaçları dikilmiştir ötede

İsa bile çarmıhını değişmez benimle:

Çünkü ben gerçek derim; siz, besbelli

Böylece yavan bir yakınlaşma

Tarih yazarken, belli ki adımı yazmayı unutmuşum

Bakın ben, zamana bir hastalık gibi göründüm

Görüntüm halkı göstermeye yetmedi

Beni anladıklarını söyleyen kimseler bile

Buldukları ilk kişide kendilerini gösterdiler

Aşk dediler buna, sonra da halk

Bir zarftım; içimde ne var, nereye gidiyorum

Bilmediler.

Bu yüzden, arkamdan sarkan bakışlar

Yüz kırışıklığı halinde fışkırdılar

Nereden bulacağım şimdi nefreti gömecek bir mezar

Tek derdim vardır,

tıkanmış pınarların yanıbaşındaki kırık küpleri onarmak

ve günahlarınızın oklarıyla yara almamak

Dedim, rüzgarın meyve çalmadığı bir ağaç istiyorum

Dallarım arasında kuşlar şarkılar söylesinler ve artık

taş kesmesin zaman ve karanlık, zaten her şeye egemen;

karanlık, karanlıkla çevrilidir çünkü ve burada üreyen

düşünce

yalnızca yüzleri kırıştırır. Dedim, geçen her saate

kendi adını veren bir zaman istiyorum ben;

ne yükselmek var burada

ne de insanı taş gibi yontan kelimeler:

İşte ben, bu yüzden

yabancı bir ses gibi gelirim kulaklara

usulca aktığım için bende ağırlığını bilir su ve hava

durmam gövdeyi tanımlar, terzi değilimdir ama

sessizlik bir düzlük gibi uzanınca kendimi kesip biçerim

atlastan, ipek kıskanır beni omuzda dik durmaktan

gördüğüm her şey beni yineler ve kıvrılır;

beni açıklayamaz hiçbir makas da

döner içimde bir anahtar;

döner ve iniltilerin kapılarını açar

Ne söylesem kelimelerimde bir eksiklik duyulur sonra

sonra. Dünya içinde tekinsiz

Ve kendi zaferleri için

Beni on yaşında karanlığa gömüp yaşlı bir adam yaptılar

adım kulağıma fısıldadı, adımdan haberim yoktu daha

Hesap bile sormadım; çünkü bilmedim kaçıyorlar mı

yoksa saklanıyorlar mı benden

Kırmızı güllerim siyah açtılar

Gömleğimde fıstık ağaçlarımın sakızı

  IV

İşte vardı hayatımda, şimdi yok

İşte’ler akrabaydı, şimdi’ler sıkıntı duvarından

Kesilmiş birer taş; taşa sırtımı verdim,

bir sınır. Sınırsızlıktım oysa

V

Ben; seni ve kendimi,

işte bu taşlar arasında

aramanın sonunda buldum

Yokluğum, varlığımın yuvasıdır

Düşler de kanat açar diye

burada açıldı kanatlarım

Ve her kanat vurduğumda

Hayatımın defterinden bir sayfa açıldı;

geçmiş dediler buna:

Kalbim gözümün gördüğünü yalanlamadı

Kanıtım yok! Zaman da yok!

Yargım da olmayacak!

Belgem olacak aynalar,

Ben ve zaman arasında

Beni takip ederken küflendiler

Abdullah adını o gün aldım

Bir boğulma anıydı ve

O gün çocukluğumda avladığım

Yılanlar beni bir bir ısırdılar

Herkes ele verdi beni ama

Çocukluğumun ezik çiçeklerinin

Kırmızıları bana bakıp gülümsediler

Onlara belenmiştim

Yanımdaydılar:

Kaybetmek yok! Kazanmak da yok!

Zaman da olmayacak!

Beni karanlıkta yıkayan annem

Yanıbaşımdaydı.

Beni yaralarımdan tanır

Gökyüzü beyaz bir mendildi

Tanrı burnunu siliyordu yine

Tanrı burnunu siler!

Ve melekler tanrının giysileriydiler

Beyaz bulutlar biçiminde üstüme geldiler

Bana beyaz giysiler diktiler,

düğmelerimi ölümle iliklediler

baktım: Gölgem olacak ayna

ipekten bir dehliz

baktım bir orman yanıyor gözlerimde

baktım ateşim için

ırmağa koşuyor üç nergis:

Kaybetmek yok! Kazanmak da yok!

Zaman da olmayacak!

Baktım, kara bir ses içinden ışıyıverdi sevgilim!

O konuştu, ben sustum

alnına sarkan perçemler vardı

Bildim. Konuşan dil, susan kalbin helakidir

Ruhu yerle gök arasındaydı:

O seven bendim, o sevilen de ben

Baktım, bakışıyla dünya ısındı

İkizimi boğdum, dedim bir gerekçesin sen

Ve ebem kuşağının renkleri

Ve yaseminlere benzeyen o nurlu bakış:

Ve yağmur gibi gül ve reyhan

Ve yüzü: Yüzü sümbüllerin

Yüzü kol kola girmiş menekşelerin

Yüzü: tek saptan kıyamet kopartan zambakların

Yüzü, kıyamet suresi: Kemiklerimizi bir araya toplar

Nerden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi söyler

Yüzü: İnsanı dünya azabından kurtaran su

İçinde gecelerin külü gözler vardır

Yüzü, dünyaya vurulmuş mühür

Bu yüzden dünya bir gece bir gündüzdür

Bu yüzden ayın bir yüzü görünür

Yüzünü gündüz göremez kimse.

Yüzü: Uyanık gözlerin harcı değildir.

Yüzünü görenler aşkı bilir

Gözleri aşkın sacında yanmak demektir.

Dedi: Deniz de gök de içimizdedir

Dedim:deniz kendi dalgasından eski değildir.  

Kaybetmek yok! Kazanmak da yok!

Zaman da olmayacak!

  Vl

Dedim doyum birbirini bulmaktır, dedim;

Bunun yanında nedir ki görünmüş olmak

Biliyorum ki ben her görüntünün altında

Gizlenen bir şeyler vardır. Dedim,

istediğim her şeye bir cetvelle sahip olabilirdim

Çünkü ben kendimden başka bir şey değilim

ve dedim, sizi bile ben kendimle anlayabilirim

Çünkü yakınlık uzaklığın bir halidir; dedim

aşk ayrılığın bir halidir ve doğmakla

ölmek arasında asılıdır, dedim; bir ağacım ben

ve yapraklarım ışıkla birdir ve

görüntülerinizi yakınıma taşıma telaşı içindeyim

şimdi

Dünya ile sürükleneceğiz ve el altından çıkacağız

Merak!

Serbest kalacak şimdi; derdi, görüleni anlamak

dedim, şimdi zaman kıpırtısızdır,

çekilsin kırık bir aynadan bakıp

bize emir veren hayaletler

kalbinizle zamana hükmedin!

 

İlginizi Çekebilir

Halil Dalkılıç: Erê çav sor in, lê rewş ne gorî dilê wan e!..
Günay Aslan : CHP yönetimi HDP’ye mi daha yakın AKP’ye mi ?

Öne Çıkanlar