Akıp gidiyor zaman, akıp gidiyor hayat ve eğer bir amaç uğruna mücadele ediliyorsa, zaman zaman değerlendirme yapmak gerekiyor. Aksi takdirde ağaca bakıp, ormanı görememek gerçekliğiyle karşılaşmak zorunda kalınıyor.
Tarihsel bir mücadelenin içindeyiz. Kırılmalar, yenilgiler olduğu kadar zaferlere de sahibiz. Mücadele verilirken en önemli gerçek, diyalektik bağı kurmaktır. Hayatın devam ettiği gerçeğini kabul ediyorsak ki kabul etmemek mümkün değildir, öyleyse mücadele verilirken tekrara dayalı yöntemler yerine sürekli yenilenmek gerekir. Her dönemin mücadele yöntemleri kendine özgü olarak gelişirler.
Birbirlerine karşı mücadele edenler ellerindeki her olanağı kullanmak durumundadırlar ancak burada ince bir ayrım söz konusudur. Yeni bir hayatın iddiasında olanlar; yani daha adil, daha eşit ve daha özgürlükçü bir hayatın yaşanacağını, sömürünün kalkacağını savunanlar belirli etik değerleri korumak zorundadırlar. Bu değerlerden asla vazgeçilmemelidir aksi takdirde düşmanlarından farkları kalmaz. Örneğin, devrimci mücadelelerin araçları amaçlarına uygun olmak zorundadır. Halkın sağladığı ekonomik değerleri kendi özel ihtiyaçları için harcayamazlar, insanlık suçu kabul edilen işkenceyi kime olursa olsun yapamazlar. Her mücadelenin içinde kaçınılmaz olarak gelişen ve ortaya çıkan asalak katmanı olarak değerlendirilen rant peşinde koşanları, mücadeleyi kendilerine bir gelir kapısı olarak görenleri temsiliyet anlamında bir sorumluluğa getiremezler ve önlerini açamazlar. Hatalardan doğan kayıpları içtenlikle kabul edip, saklamazlar.
Bugün, kabul etmek gerekir ki dünya çapında vahşetin, soykırımın, yolsuzluğun, adaletsizlik ve sömürünün en üst seviyede ve birinciliği başka devlete kaptırmayan bir devlete, TC’ye karşı mücadele ediyoruz. Evrim teorisini yanlışlamak istercesine, değişmeyen taktiklerle mücadele ediyor. Yüzyıl önce de soykırım, işkence, sürgün, cinayet ve yolsuzlukları gerçekleştiriyordu, bugün de aynısını yapıyor. Kullandığı kuklaları, partileri ve koşulları değişiyor ama stratejik hedefi aynı: İşgal ettiği toprak, tarih, kimlik ve kültürleri mümkünse insanlığın hafızasından silip atmak; yapabilirse tüm dünyada devşirme bir kimlik olan ve barbarlıkla anılan Türk kimliğini kabul ettirmek ve emperyal hedeflerini gerçekleştirebilmek. Taktikleri aynı; bizi içten bölmek, işlediği insanlık suçlarını bizlerin üzerine atmak, savaşı uzun sürece yayarak kabullenilmiş bir çaresizlik yaratmak…
Politik adım olarak gündeme koydukları Erdoğan’ın gitmesi ve yerine AKP-MHP’den farkı olmayan ama bizlere “demokrat” diye kabul ettirilmeye çalışılan bir ittifakın gelmesi, HDP’nin de buna destek olarak Kürtler başta olmak üzere tüm ezilen kimliklere bir umut aşılanması çalışması devam ediyor. Ancak diğer yandan tutuklamaya, cezalar verilmeye, bombalamaya devam edilmeye, diğer ülkelere ekonomik-politik tavizler verilerek Özgürlük Hareketi boğulmak, yok edilmek isteniyor.
Kurdistan’ın kuzeyi, kendi sorunları yerine sömürgeci TC’nin iç çekişmelerine odaklanmayı çözüm sanmak gibi bir arayışa girmiş bulunuyor. Bu kerametleri kendinden menkul partilerin, bizlere vereceği ne olabilir? Birkaç büyülü sözün şapkadan tavşan çıkaracağını mı umacağız, yoksa artık uluslararası bir sürecin ürünü olması kaçınılmaz olan Kurdistan sorununun Kılıçdaroğlu-Akşener ikilisiyle çözüleceğini mi umacağız? Kürt, Ermeni, Rum vardır, gerisine gerek yok, hepimiz kardeşiz mi diyecekler?
Net olarak yazmak gerekir ki Erdoğan ve avanelerinin çaldıkları paraların hesabını bile soramayacaklar, bırakın geri kalan işkenceler, sürgünler, ölümler ve diğer acılarımızı…
Elbette, TC veya diğer sömürgeci ülkelerin demokratik bir yapı kazanması, yasaların buna göre değişmesi bir adımdır ama küçük bir adımdır. Yüzyıldır yaşayıp da anlayamadığımız gerçeklik önümüzde ve sürekli kendini tekrar ediyor. Bu devletin ve bu devlete yüreğiyle bağlanmış güruhun demokrat olmak gibi bir olasılığı yok, bir tercihi yok. Ne bizlerin ne de başkalarının TC ve güruhunu demokrat bir çizgiye çekebilecek sihirli sopası da yok. İktidarda olanın kendinden başka her şeye baskı uyguladığı, iktidarın bile değişmesi durumunda, iktidardan düşenin düşman ilan edildiği geleneğine sahip bir devlet demokrat olmaz, bu eşyanın tabiatına aykırıdır.
Daha iki gün önce SIHA ile sivilleri bombalayarak öldürdüler. Bir barış, bir demokrasi niyeti olan iktidar veya devlet yapısı böyle davranmaz. Öyleyse bizler, seçimleri etkileyecek oy potansiyelimizin bize iktidar ortağı olmak gibi bir gücü sağlayacağına neden inanmak istiyoruz. A.Davutoğlu, başbakanken iki bakanlık elde eden HDP’li bakanların bütün yetkilerini bir genelgeyle ellerinden almadı mı?
Umut iyidir, insanları veya toplumları geleceğe taşırken, direnç sağlar. Ancak gerçekleşmeyecek umutların diri tutulması ve mücadeleyi buna göre düzenlemek, sonu ağır bedellerin ödeneceği ve bedenlerimizin çiğnendiği bir geleceğin döşenmiş taşlarıdır.
Ya Rojava devrimi, bütün parçalara taşırılacak ya da bir kez daha soykırıma uğramanın riski yaşanmaya devam edecek. Zaferden başka geleceğimiz yok, çünkü bu sefer kendi tarihimizi kendimiz yazıyoruz. Yakındır, Kürdistan’ın özgürlüğü. Sadece Kürdistan’ın değil, yıkılması zorunluluk olan TC’nin ardından Pontosların, Ermenilerin ve Süryanilerin de özgürlüğü yakındır…