Mahsa Emini’nin İran İslam Cumhuriyeti tarafından katledilmesinin üzerinden elli gün geçti. Mahsa’nın kırkı çıktığında, mezarının başında binlerce kişi toplandı. Bu zaman zarfı içinde Mahsa, İran sınırlarını aştı; dünyanın pek çok ülkesinde onun için eylemler yapıldı, kadın hareketinin simgelerinden biri oldu. İran’da yapılan gösteriler boyunca onlarca şiir, marş, resim, grafik üretildi ve bunların yanında biri diğerinden güzel onlarca slogan…
Bu sloganlardan bir tanesi sürekli tekrarlandı: Jin, Jiyan Azadi. Abdullah Öcalan’ın sözü artık bütün dünyanın dilindeydi. Bu sloganın bildirisi, İran’da bir araya gelme- toplanmaydı. Bunu duyan, ya slogana eşlik etti ya bu sloganı atanlara destek oldu. Kürt olmayan ve İran’ın diğer halkları da bu sloganla meydanlara indi. Dünya dillerine bu slogan yerleşti.
Gösterilerin, kırkıncı gününde, bütün dünyanın kadın kalpleri Mahsa Emini’nin mezarı başındaydı, gelemeyenler tepkilerini dile getirdi: Diktatöre ölümle merkez- hedef belirlendi.
Bunun farklı yansımaları da oldu. İranlı zenginler Avrupa ve Türkiye’ye gelmeye başladı. Tıpkı üretilen bir marşta ima edildiği gibi, bu faşist iktidarın yedek güçleri olan zenginler artık birer fare idi ve kaçacak delik arıyorlardı. Türkiye onlar için bulunmaz hint kumaşıydı; burada bir ev satın alan, rahatça oturum, vatandaşlık vs gibi haklar elde ediyorlardı ve Türkiye’deki kira artışları, ev fiyatları da umurlarında değildi ama zenginlerin İran’dan kaçışı yalnızca bu değildi; zenginler, belkemiksiz bir kesimdirler, göç etmede- yer değiştirmedeki maksatları, uzaktan izlemek ve kim kazanırsa yüzlerini onlara dönmektir; canları tatlıdır; rahat yaşarlar, çocuklarını eylemden uzak tutar ve keyiflerine bakarlar: Başkasının ölümü de onları her zaman bir gelir kaynağı olur…
Eylemler boyunca İran’da dünyanın en ham siyasetini güttü. Eylemlerin, onlara ve onların kirli rejimlerine karşı yapıldığını kendine yedirmedi. Sürekli mihraklar aradı: “Bu eylemler” dedi, ABD ve İran’ın kışkırtmalarıdır! İran rejimine göre, kendileri dışında herkes ajandır, provokatördür, teröristtir. Kendilerinin hiç suçu yoktur, suçlu olan batıdır, suçlu İsrail’dir. Bunu ayetlerle desteklediler. Kendi çevrelerini Cuma günleri sokağa döktüler; bir günlük, dindardılar, sonraki günlerde işlerine güçlerini baktılar; işleri, hırsızlıktır, talandır, yalandır. Gösterileri bastırmak için malzemeleri yoktu; hırsızın, zalimin ne malzemesi olur: Kan ve bu kanı erken buldular: İŞİD, eylemlerin kırkıncı gününde devreye girdi! Bunun sinsi bir siyaset olduğu da açıktı. Rejim, İŞİD’le, halesine büyütmeye, yeni cephe açmaya çalıştı ama tutmadı.
Zaten yüzeysel olan rejim, daha yüzeyselleşti. Şia geleneği yapay da olsa bir derinliği vardı, bu derinliğini kaybetti. Bu yüzeysellik sonucu Kasım Süleymani’nin portresi de ortaya çıktı: Süleymani’yi yalnızca Kürtler biliyordu. Kadınların eylemiyle artık bilindi: Bu adam katilin tekidir; işi gücü, ötekiyi öldürmektir, bir cinayet şebekesinin başıdır. Dahası kadınlar, İran kontrasının başı olan bu adamın resimlerini yaktılar, çünkü artık ayan beyandı, Süleymani kadın katilidir, dahası kadın katilleri diye bilinen şebekenin- dindar polisin de şemsiyesidir; bu ortaya çıktı; kahraman diye ağıt yakılan, katildi. Eylemlerde şu söylendi, katillere ölüm ama şu da vardı, katillere boyun eğmeyeceğiz. Katile boyun eğmeden, onu öldürmeden ona nasıl karşı konulur?
Gösterilerde şu ortaya çıktı: İran rejimi, Nietzsche’nin Zerdüşt’ünde olduğu gibi, bu güne kadar, 1979’dan beri, çocuklar gibi diz çökmüş, yaşlı kadınlar gibi imana gelmiş ve iktidar
diye bir eşeğe boyun eğmişlerdir. Duvar yazılarından biri şunu söylüyor: Babamın 1979’dan hatasını telafi için… 1979, İran’a şunu vermiştir: Sağır kulaklar, donmuş kalpler, kapalı gözler ve insan, bir sahteye boyun eğmiştir, yüce insan silinmiştir. Eylemlerde, yüce insan ortaya çıktı. Yüce insan yalnız değildir. Tiksintisini yitiren insan yalnızdır ve şimdi, kadınlar, çocuklar, taştan tabletleri, sahte iman vaaz eden Humeyni ardıllarının fotoğraflarını, bunlara tapan dindarların tam ortasına atlayarak, bir şey söylüyorlardı: Be Şeref (Şerefsiz).
Bir eylemin yüceliği, bizzat kendini dile getirmek, kendini söylemektir. Kendini söylemenin elbette bir bedeli vardır; ölmek zorunda olmak.
Genç kızların fotoğrafına bakıyorum; biri saçlarını açmış ama saçlarıyla sınırlı değil, bir de beyaz gömleğinin altında tişörtünü gösteriyor. Bu bir eylem olmazsa kızın bakışı duruşu, tek kelimeyle çekicidir; şimdi her şeyi gören bir gözdür, insanın dip köşelerindeki sestir; kulaktır, ağızdır ve herkesin donmuş olan kalbinin atışıdır, sonsuz kız kardeştir; ana ve eş olmanın çok ötesindedir: Kendi yaşamının peşindedir, kendi ölümünün efendisidir. Allah kadar çıplaktır. Kimdir ki kadın! Allah kadar çıplak olana kadın denir.
Başka bir kız, otomobilin üstüne çıkıyor, kendini ortaya atıyor, varlığını söylüyor; varlığı geçici olandır belki ama o, özgürlük olmadan varlığının bir anlamı olmadığını söylüyor; asalet, eş ve kardeşle sınırlıyken, bu kız, asaletin özgürlük olduğunu söylüyor. Ne silahı ne de mermisi var ve belki silahı ve mermisi olsa da bunları kullanmayacak ama silah ve merminin çok ötesindedir…
Eylemlerde molla artık dalga geçilen biridir. Mollanın bilgi olarak karşılığı yoktur. Molla, boş beleşi ve yalnızca rejimin vaaz ettiğini söyleyen bir papağandır. Molla sadece başındaki sarıktın ibarettir. Bu ona ayrıcalık vermiyor artık, bu onu, şimdi, basit biri olduğunu söylüyor; molla, fesi gibidir, içi boştur. Genç bir kız, bu fesi düşürüyor. Molla bu fesin peşine düşüyor, ilginçtir; fesi alma telaşına düşüyor, onu adam yapan, kendisi değildir, fesidir ama şimdi, bu adam bir şaklabandır, fesi yeri düşmüştür, rejimin pis bir şaklabanı, kadınlara ve çocuklara yapılan zulmün uşaklarındandır; öldürmemişse, öldürenlerin iktidarının parçasıdır ve böylesi bir parça, asla ve asla bilgi değildir, bilgi üretemezdir… Fesi, mollanın başından indiren genç kız, bir oyuncak gibi oynuyor onunla; dün asker için silah ve mermi ne idiyse, molla için de fes oydu, şimdi, bu silah düşüyor… Medreseler taşlanıyor. Bayraklar indiriliyor. İran, yenildi. Kadınlar kazanıyor.
Erkekler de şunu söylüyor: Kız kardeşimi öldüreni öldüreceğim. Ama ortada bir öldürülen yoktur. Kadın devrimi de bu: Ölümü göze almak!
Kadın devriminin en ilginç yanı da budur: Ölüm göze alınıyor. Yazgım öldürülmekse, bu kabul ediliyor. Ölüme ve ölümün araçları olan rejime meydan okunuyor. Bir lider yok, bir gurup adına hareket edilmiyor. Rejim bir yerde eylemi bastırdığını düşünürken, aynı ses başka bir yerden geliyor. Her yerden, senin istediğin gibi yaşamayacağım sloganı atılıyor; kim atıyor bu sloganları! Allah kadar çıplak olanlar atıyor.