Irak, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sonucu ortaya çıkan yeni devletlerden biri olarak 1921 yılında İngilizler tarafından kuruldu.
Bu yeni devlet, başından beri sakat bir şekilde doğdu çünkü hiçbir sağlam kültürel veya ekonomik bağları olmayan üç Osmanlı vilayeti birleştirildi. Basra, Bağdat ve Musul. Ağırlıklı olarak Şii Arapların yaşadığı Basra vilayeti, tüm ticari ve ekonomik ilişkilerini diğer Osmanlı eyaletleriyle değil, Basra Körfezi ve Hint Yarımadası’ndaki güney bölgeleriyle yürütüyordu. Şiiler ve Sünnilerin yaşadığı Bağdat vilayeti, Şiilerin kutsal şehirleri olan Necef ve Kerbela’yı kendi sınırları içinde muhafaza ettiği için tüm gidiş-geliş, kültürel, ekonomik ve ticari alışverişlerinde İran’a daha bağımlıydı. Musul vilayeti ise Arnold Wilson’ın kaleme aldığı “İki Bağlılık Arasında Mezopotamya 1914 -1917 (Mesopotamia Between Two Loyalties .1917 – 1914) adlı anılarında, Kürtlerin oranının yüzde 95 olduğunu, kültür ve ticaret açısından Bağdat ve Basra’dan çok Halep’e daha yakın olduğunu yazıyor.
Böylece bu üç vilayetin sakinlerinin isteklerini görmezden gelen İngiltere, onları birbirine eklemleyerek yeni bir devlet kurdu ve adı için de eski bir coğrafi isim olan Irak’ı seçti. Daha da kötüsü, çoğunluğu Şii olan bir ülkeye Sünni yönetimi dayattılar. Daha da kötüsü, başka bir Osmanlı vilayetinden (Hicaz) bir Sünni Arap emiri (Faysal) getirip Irak kralı yaptılar. Böylece “Çêştî Micêwir” (Tapınak hizmetçilerine halkın ikram ettiği yemeğin Kürtçe ismi) benzeri bir ülke (Şii, Sünni ve Kürtler) oluşturup Hicaz’a bir kral atadılar.
Doğrusu, İngilizler 1918’e kadar da Musul’a kadar ulaşmamışlardı. II. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında, 1914-15’te Basra ve Bağdat vilayetlerini kontrol ettiklerinde ismini “Irak” olarak belirledikleri bu yeni devleti kurmayı planladılar. Fakat 1918’de Musul’u da kontrol ettikten sonra bir çok sorun ve engelle karşılaştılar.
Bir yandan bu Kürt vilayetinin halkı, bağımsız bir Güney Kürdistan devleti kurmak istiyordu, diğer yandan Osmanlılar, iki Arap vilayeti olan Basra ve Bağdat’ı kaybettiklerini görünce, Arap olmayan Musul vilayetini kaybetmemek ve yeni sınırlarına ilhak etmek konusunda ısrar ettiler. Ancak İngiltere, Kürt vilayeti Musul sınırları içindeki Kerkük’te petrolün bulunmasından sonra bu vilayeti de iki Arap vilayeti olan Basra ve Bağdat’a eklemeye ve bu üç vilayetten yeni Irak’ı kurmaya karar verdi.
İngiltere’nin tartışmada üç amacı vardı: Birincisi: Kerkük’te yeni keşfedilen petrole sahip olmak, çünkü İngiltere ile Fransa arasında Osmanlı mirasının dağıtılması konusundaki 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması’na göre, Basra ve Bağdat İngiltere’nin payına düşüyordu. Suriye ve Filistin de Fransa’nın payına (Lübnan ve Ürdün henüz yoktu). Bu nedenle İngiltere petrol zengini Musul vilayetini bu iki vilayete bağlamak için çabaladı ve bunu da başardı.
İkincisi: İki vilayetin Şii nüfusu daha önce Sünni bir Hicaz emirini (Faysal) kralları olarak kabul etmeyi reddetmişti. Faysal’ın kendisi, İngilizlere, Sünnilerin vilayeti Musul diğer iki Şii vilayeti olan Basra ve Bağdat’a eklenmedikçe, Şiilerin kendisini kralları olarak kabul etmelerinin imkansız olacağını yazmıştı. Bu nedenle İngiltere, yeni bir Irak’ta Sünnilerin sayısını artırmak için Sünni vilayetini (Musul) iki Şii vilayetine eklemeyi amaçladı.
Üçüncüsü: Irk ve din (mezhep) bakımından birbirinden çok uzak olan Şiiler, Sünniler ve Kürtlerden oluşan piramit bir ülke oluşturmak İngilizlerin meşhur kolonyalist “böl ve yönet” politikası ile uyuşuyordu.
Böylece 1921’de Irak adında yeni bir devlet kuruldu ve 1925’te Milletler Cemiyeti’ne (League of Nations) üye oldu ama o zamandan beri Kürtler Kürt vilayetlerinin zorla ilhak edildiği Arap Irak’a karşı hep bir başkaldırı ve isyan içinde oldu. “Yeni İngiliz sivil yönetiminden Türklerin bir daha ülkemize dönmesine ve Arapların da bizi yönetmesine izin vermemesini talep ediyoruz.”
Erbil’deki Kürt temsilcileri Hurşit Ağa Dizayi ve Ahmed Efendi (Ahmad Osman) bu iki şartı, İngiltere’nin gelip yerleşmesine destek verme karşılığında İngiliz siyasi subayı Arnold Wilson’a sundular. (Hurşid Ağa, Homer Dizeyi’nin amcası, Ahmed Efendi de teyzesinin eşiydi) Ancak Kürt rüyaları serap oldu ve sonuç itibariyle Güney Kürdistan yeni Irak’a ilhak edildi.
Yeni Arap yöneticiler çok geçmeden Kürt bölgelerini Araplaştırmaya başladı. Suriyeli bir Arap milliyetçisini (Saat al-Husri) getirip Irak Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretim okullarındaki tüm tarih kitaplarını yazıp yayınlamaktan sorumlu genel müdürü yaptılar ki daha sonra Arapçılığı açıkça hissettirdiler. Duhok, Zaho, Akre, Şeyhan ve Şengal gibi şehir ve kasabaları Kürtlerin ülkesinden kopararak Liwa Musul adı altında yeni bir idareye bağladılar. Bununla da sınırlı kalmadılar, ayrıca Xanaqin, Mendeli, Bedre, Cesan, Hay ve diğer bazı kasabaları da Kürt topraklarından ayırarak Diyala ve Kut adlı iki yeni Arap liwasına (tugay) bağladılar. Bununla da yetinmeyip, bu sefer çok sayıda Arap’ı Kerkük yakınlarındaki petrol zengini Hewice bölgesine ithal ettiler. Bütün bunlar, bu bölgelerdeki Kürt nüfusa tek bir defa bile sorulmadan yapıldı.
Yüreği soğumayan Kürtler, monarşinin devrildiği ve cumhuriyetin kurulduğu 1958 yılına kadar silahlı mücadeleye mecbur kaldı. Kürtler, uzun süredir devam eden hayallerini gerçekleştirme umuduyla yeni rejimi hemen desteklediler. Çok geçmeden iktidara gelen tüm yeni cumhuriyetçi hükümetler tarafından bastırıldı ve hatta 1988’de Saddam Hüseyin’in Baas rejimi döneminde kimyasal silahlarla zehirlendiler. Ancak 9 Mayıs 2003’te Irak, ABD önderliğindeki koalisyon tarafından yürütülen operasyon sonucunda bir devlet olarak ortadan kaldırıldı. Hükümet yıkıldı, silahlı kuvvetler dağıtıldı ve Irak bayrağı bile Iraklıların çoğunluğu, özellikle de Kürtler tarafından artık tanınmadı. İşte o zaman Iraklılar ikinci bir Irak devleti kurma sürecini başlattı. Bir Kürt STK’sı tarafından düzenlenen resmi olmayan bir referanduma göre, Kürtlerin yüzde 98’den fazlası yeni bir Irak devletinin parçası olmak istemiyor, aksine bağımsız bir Kürt devleti istiyor.
Kürtler, ABD liderliğindeki koalisyonun Irak’ın birleşik bir devlet olarak kalması gerektiği şeklindeki ikiyüzlü politikasından da soğudu. Burada Kürtlerin sorduğu soru şudur: Filistin için iki devletli çözüm neden doğrudur? Sovyetler Birliği’nin dağılması neden doğruydu? Yugoslavya neden parçalandı? Çekoslovakya neden iki devlete bölündü? Doğu Timur neden Endonezya’dan ayrıldı? Eritre neden Etiyopya’dan ayrıldı?
Bu yüzden Kürtler soruyor: “Bu devletlerin yıkılması onlara helal de neden Kürtlere haram?” Sonuç olarak Kürt liderler, her ne kadar yüreği yanan vatandaşlarıyla aynı yüreği yansa da üstten meseleye daha pragmatik bir perspektiften bakmak zorunda kaldılar. Ne ABD liderliğindeki koalisyonun ne de bölgedeki komşularının Orta Doğu’da bağımsız bir Kürt devletinin doğmasını istemediğini anlıyorlardı. Bu nedenle Kürt yetkililer gönülsüzce, “ne şiş yansın ne de kebap ” dedikleri şekilde yeni bir öneri ortaya attılar.
Önerileri, her biri kendi ulusal coğrafi sınırları içindeki hakimiyetine dayanan, Araplar ve Kürtler olmak üzere iki ulusa dayalı bir federal sistem getirmekti. Kürtler, birçok milletin bir arada ve barış içinde yaşadığına dair şu örnekleri hatırladılar: Kanada Federal Cumhuriyeti, eski Çekoslovakya, Belçika ve İsviçre ki tüm bu ülkelerde iki veya daha çok ulus kenti tarihsel coğrafyaları üzerinde barış içinde kardeşçe yaşıyor. Kürtler de bu ulusların bu birleşik ülkede bir arada yaşamalarının dayatmayla değil gönüllülük temelinde olmasını istiyor.
Şimdi artık Irak’ın yeni gerçekliğinden dersler çıkarılmalı ve bilinmelidir ki, ilk Irak devleti, çarpık ve gerçek dışı bir temel üzerine kurulduğu için başarısız olmuştur. Iraklılar ve uluslararası toplum bilmelidir ki, Kürt halkı kendi kaderini tayin hakkı da dahil olmak üzere, tamamı yeni Irak anayasasında açıkça yer alan tüm ulusal haklarını elde edemezse, başka bir Irak devletinin yeniden kurulması aynı kaderi paylaşacaktır.
Irak, kuruluşundan bu yana çaresi olmayan bir Kürt sorunu derdine sahip olmuştur. İran şahının artık Irak Kürt silahlı hareketine destek vermemesi karşılığında Saddam’ın 1975 Cezayir Anlaşmasında Irak topraklarının bir kısmını İran’a devrettiği ve İran-Irak savaşına yol açan meselenin esası Kürt sorunuydu. Saddam’ın ülkesinin güçlendiğini hissetmesi ve Şah rejiminin ardından Tahran’ın Batının desteğini kaybettiğini sanarak, İran’dan kaybettiği toprakları geri almak amacıyla 1988-1980’deki ikinci İran-Irak savaşına girişmesinin arkasındaki neden yine Kürt sorunuydu. Saddam Hüseyin’in 1990’da Kuveyt’i işgal etmesine yol açan, bir önceki İran-Irak savaşıyla bağlantılı olan da Kürt sorunuydu.
Sonuç olarak, sadece Irak’ta değil, bölünmüş Kürdistan’ın her tarafında Kürtler ulusal haklarını elde etmedikçe, Orta Doğu’nun istikrar yüzü görmesi mümkün değildir.
*
(Homer Dizeyi: Kürt sanatçısı ve Irak eski cumhurbaşkanı danışmanıdır)
**
( Bu yazı rûdaw’dan alınmıştır.)