Alevi ve Kürt tarih araştırmaları konusunda onlarca eser üreten Mehmet Bayrak 50 yıllık yazarlık deneyimiyle, Maraş Katliamı öncesi ve sonrası sürecin, Musa Anter’in deyimiyle, “hem tanığı hem de sanığı” bir yazar.
Bayrak, 45. yılını geride bırakan Maraş Katliamı’ndan günümüze, sürece ilişkin olarak Yeni Yaşam’dan Halil Dalkılıç‘ın sorularını yanıtladı
**
Maraş Katliamı, zamanlamasının yanısıra coğrafik ve sosyolojik etkileri açısından Türkiye Cumhuriyeti- Kürt ilişkilerinde önemli bir tarihsel dönemeç niteliğinde. Katliamın hemen ardından 12 Eylül askeri darbesiyle toplumun sol ve diğer muhalifleri sindirilirken, Kürtler ve Kürt hakları için talep ve çabalar devletin yegane hedefi haline geldi. Günümüzde Kürt karşıtlığı ve inkarı artık Türkiye’nin iç ve dış siyasetinin temel refleksi durumunda.
19-26 Aralık 1978’de gerçekleştirilen katliamdan sonra Maraş Kürtlerinin önemli bölümü yurtlarını terk ederek dünyanın dört bir yanına savruldu. İngiliz Binbaşı Noel’in 1919 yılında bölgede yaptığı gezinin ardından hazırladığı raporda “Antep’ten Maraş üzeri Malatya’ya kadar nüfusun yüzde 70-80’inin Kürt” olduğunu yazar. Özellikle de Maraş’ta Kürt nüfus bugün oldukça azalmış durumda. Suriye savaşıyla beraber Türkiye’ye gelen Arap sığınmacıların yarısına yakını (1-1,5 milyon civarı) da Kürt kentlerine, özellikle Antep, Maraş ve Urfa’ya yerleştirildi. Yaşananlar, İsmet İnönü’nün 1935 tarihli raporunda “Erzincan Kürt merkezi olursa Kürdistan’ın kurulmasından korkarım” vurgusunda ifade bulan, devletin, bölge demografisini Kürtler aleyhine değiştirme, yani Kürtsüzleştirme çabasındaki ısrarın ifadesi olarak da değerlendirilebilir. Afrin örneğinde olduğu gibi, sözkonusu siyaset Türkiye sınırları dışında, Suriye’nin Kürt bölgesi Rojava’da da dış siyasetin temel uygulaması olarak gündemde.
Alevi ve Kürt tarih araştırmaları konusunda onlarca eser üreten Mehmet Bayrak 50 yıllık yazarlık deneyimiyle, Maraş Katliamı öncesi ve sonrası sürecin, Musa Anter’in deyimiyle, “hem tanığı hem de sanığı” bir yazar.
Bayrak, 45. yılını geride bırakan Maraş Katliamı’ndan günümüze, sürece ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Kürt ve Alevi kimlikli toplumsal kesimlere yönelik Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin siyasetlerini deşifre eden önemli araştırmalara imza attınız. Alevi Kürtlere yönelik Aralık 1978’de gerçekleştirilen Maraş Katliamı çok boyutlu tertiplenmiş bir katliam görünümü yansıtıyor. Zamanlaması açısından, bu katliam 1937-38’de Dersim’de gerçekleştirilen soykırım derecesindeki büyük katliamdan sonra Kürtlere karşı ilk büyük fiziki saldırı ve göçertme girişimi olarak değerlendirilebilir mi?
1978’de gerçekleştirilen Maraş Katliamı’nın başladığı gece TRT’de nöbetçiydim. Son derece çarpıcı ve acılı haberler geliyor ancak bunlar haber olarak verilmiyordu. O dönemlerde Kürdistan’ın birçok şehri gibi Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde de Sıkıyönetim vardı. Bu nedenle, bu tür haberler TRT’de kurulan özel büronun denetiminden geçiyordu. Aslında, katliamın titreşimlerini önceden hissediyorduk. Zaten, ölümünden sonra Ecevit’in kasasından çıkan gizli belgeler de, MİT’in bir kanadının, katliam hazırlıklarını önceden haber verdiğini ortaya koyuyordu… Can Dündar ile Rıdvan Akar’ın, Ecevit’in eşinin izniyle arşivinde gördükleri MİT Raporu, “Ecevit’in Kasasından Çıkan Müthiş Sır!” başlığıyla Milliyet’in manşetine taşınmıştı.
Esasen, İttihad- Terakki yönetiminde programlanıp, bir bölümü Cumhuriyet döneminde uygulamaya konan “Etno-dinsel Arındırma/ Tek-tipleştirme/ Türk- İslamlaştırma” politikası, Kemalist yönetim döneminde Koçgiri, Ağrı- Zîlan ve Dersim katliamlarıyla uygulamaya konmuştu. 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan “Şark Islahat Planı” aynı zamanda bu katliamların da planıydı. Zaten, daha bu Plan’ın ön raporlarında ve Plan’ın kendisinde, Fırat’ın batısında (Ber Ferat) kalan İçtoros Alevi-Kürtlerinin öncelikle asimilasyona ve tasfiyeye tabi tutulması kararlaştırılıyordu.
Bu nedenle, Fırat- Dicle havzasında konuşlanan Dersim- Koçgiri Alevi Kürtlerinden sonra sıranın Seyhan-Ceyhan havzasından konuşlanan İçtoroslar Alevi Kürtlere geldiğinin ipuçlarını, 1960 Darbesi’nden sonra hazırlanan gizli raporlardan anlıyoruz. Bu nedenle, 1967’de Elbistan’da; 1971’de, büyük bölümü İçtoroslar’dan giden Hatay- Kırıkhan’da, 1975’te Malatya’da, 1978’de Maraş, Malatya ve Sivas’ta, 1980’de Çorum’da bu katliamların gerçekleştirilmesi tesadüf değildi. Çünkü, “azınlık içinde azınlık” konumunda olan tüm bu topluluklar her iki kimlikleriyle de “Türk- İslam” ideolojisine ters düşüyorlardı.
Nitekim, Maraş katliamından önce İslamcı bir tarikatça Maraş’ta yayımlanan bir broşür “Hakiki Aleviler Müslümandır” adını taşıyordu. Aleviler’in çoğunluğunun, dönemin Sosyalist partisi Türkiye İşçi Partisi’ne yönelmeleri ve toplumcu düşünceleri savunmaları belli güçlerin işine gelmiyordu. Hele merkezlerde ekonomik olarak güçlenmeleri ve söz sahibi olmaları, bu çevreleri tedirgin ediyordu. Unutmayalım ki, 1915 Soykırımı’na kadar Maraş yöresi halkının yüzde 40’a yakını Hıristiyan unsurlardan oluşuyordu. Ermenilerin yarattığı Osmanlıca/ Türkçe Edebiyat üstüne iki çalışmamda; salt Maraş- Kayseri hattında Aleviliği- Bektaşiliği benimsemiş 20 dolayında Şair ve Aşuğ belirliyordum…
Bu katliam, 1959’daki 49’lar Davası ile başlayan, 1960’ların sonlarında pratikte yansıma bulan ve 1970’lerin sonlarına doğru ise artık kitlesel destek bulmaya başlayan Kürt siyasi örgütlenmesine devletin cevabı gibi de okunabilir mi?
Önce de söylediğim gibi, temelleri geçmişe giden bir süreç bu. Aşık Ali İzzet’in, daha 1952’de Demokrat Parti’nin İslami tarikatlara verdiği önemi görerek, bir destan yazması boşuna değildi. Bu Parti, aynen bugünkü AKP gibi “demokrasi ve özgürlük” sloganıyla ortaya çıkmış ancak tez zamanda kimliğini ortaya koymuştu. Ne diyordu Ali İzzet, destanın daha ilk dörtlüğünde:
“Demokrat Parti’yi taptaze sandık,
Kahpe çıktı, çirkin çıktı, dul çıktı,
Alnım açık yüzüm ağ dedi kandık,
Yüzü kara çıktı, başı kel çıktı.”
Dönemin tek-parti rejiminden bıkan sosyalist aydınlar da, özellikle Prof. Fuat Köprülü aracılığıyla bu Partiye geçmiş ancak Nazım’ı hapisten çıkarmaya karşı çıkarken; Ahmed Arif, Enver Gökçe ve Asım Bezirci gibi sosyalist şair ve yazarlara da hayatı zindan etmişti…
Aynı Parti, daha 1955’te MİT’in Selanik’teki bir kumpasıyla İstanbul’da kalan Gayr-i Müslimler’e karşı yürüttüğü tasfiyenin ardından yine sıra Kürtlere gelmişti. Apê Musa’nın anlattığına göre; MİT, 500 kişilik bir Kürt aydın ve önderleri listesi hazırlayıp hükümete sunar ancak sonradan idam edilecek üç kişiden biri olan Kürt kökenli Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, bu listeye şiddetle karşı çıktığı için sayı 50’ye indirilir ve 1959’da bu kişiler tutuklanır. Bu, elbette Kürt hareketini önlemeye dönük bir plandır. 1960 Darbesi’nden sonra bu aydınlar hapisten çıkar fakat bu defa da Kürtleri öndersiz bırakmak için yüzlerce aydın ve aşiret liderini bir kampta toplar ve dağıtırlar.
Aslında, 1960 Darbecilerinin fikriyatını, doğrudan Devlet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in sözlerinde görmek mümkündür. Ortaokul’da okuduğum yıllarda, özellikle Kürtlerin yaşadığı şehirlerde en işlek caddelere asılan bir afişi bizzat görerek yaşadı bizim kuşak. Afişte şöyle deniyordu: “Size Kürt Diyenin Yüzüne Tükürün…”
Bununla da yetinilmiyor, 1919’daki Sivas- Hafik Maiyet Memurluğu’ndan başlayarak; M. Kemal’in bizzat görevlendirmesiyle 1925’ten itibaren “Şark İlleri Asayiş Müşaviri” ve “Etno- Politika Uzmanı” olarak görev yapan, Elbistanlı Prof. Hasan Reşit Tankut’a Atatürk ve İnönü dönemlerinde olduğu gibi bu defa da 60 Darbecilerince “Kürt Raporu” hazırlatılır. (Bkz. M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-1”, Özge yay. Ank. 1994).
Bu Raporun ardından, “Doğu’nun Türk Tarihi”nin yazılması işine girişilir. “Belgelerle Türk Tarihi Dergisi ve Yayınları”, “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ve Yayınları” gibi güdümlü yayın faaliyetleri birbirini izler. Bu yayınlarda; Kürt tarih ve kültürüne sansür ve ipotek konurken; bunların Türklüğe bağlanması Türkçe söylenmesi kararlaştırılır…
Bugün yapılan araştırmalara göre; Türkiye radyo ve televizyonlarında okunan türkü ve deyişlerin yaklaşık yüzde 25’i Maraş merkezli İçtoroslar bölgesindendir. Çünkü bu bölge, geçmişten beri önemli bir “kültür havzası”dır aynı zamanda…