31 Mart seçimleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) hezimet yaşadığı ikinci seçim oldu. İlki iptal edilen 7 Haziran 2015 genel seçimleriydi. AKP bu seçimin sonuçları üzerine rotasını değiştirmiş, Milliyetçi Hareket Partisi’ni (MHP) yanına alarak “Çözüm sürecini buzdolabına kaldırmış,” baskının dozunu yükseltmiş, Kürt meselesine yaklaşımda geleneğe uyup Türkiye’de ve komşu ülkelerde şiddet yoluna başvurmuş; böylece iktidarını bir süre daha uzatmıştı.
Bu durumda bir başka gelenek de bozulmadı; Kürt sorununda şiddet ve çözümsüzlükte ısrar, AKP’yi de çözülme sürecine soktu.
Çünkü Kürt sorununda çözümsüzlük demek yoksulluğun derinleştirilmesi, rüşvet ve yolsuzluğun kendini perdelemesi, emekçilerin hakları gasp edilirken sermayenin elinin güçlendirilmesi anlamına geliyor, dün olduğu gibi bugün de.
Bunlara yapılan itirazlar da hemen “terörist faaliyet” kılıfına sokulup bastırılma yoluna gidildi. Son yıllarda itirazları yükseltebilecekler yurt dışına göçertildi; kimisi de ciddi bir tehdit altında olmamasına rağmen “Türkiye’de yaşanmaz artık” furyasına kapılıp Avrupa’ya “kapağı attı.”
DEM Parti Türkiye soluna da nefes verdi
Her şeye rağmen Türkiye’de kalanların bir kısmı hapishanelere atılırken, dışarıda kalanlar ise sıkışıp kaldı; Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) dâhil, solda bir tıkanıklık yaşandı.
İşte 31 Mart seçimlerinin sonuçları hem bu tıkanıklığı açtı hem de muazzam bir fırsat sundu (bu fırsatı açılan bir kredi olarak değerlendirmek, sorumluluk bilinci açısından daha yerinde olacaktır). Zira Türkiye sosyalist hareketlerinin durumu hiç de iç açıcı değil. Hala bir kaşık suda fırtınalar koparma, esas ile tali olanı karıştırma, ısrarla dar gruplarıyla sınırlı kalma, gazeteler üzerinden polemiğe girme, seçimlere dar hesapçı yaklaşma gibi sorunlarla cebelleşiyorlar.
Hal böyleyken DEM Parti’nin ortaya çıkardığı bu tarihi fırsat, Türkiye solu için de bir fırsat yarattı. Ancak seçim sonuçlarının, evvela bir özeleştiri ve toparlanma ihtiyacına işaret ettiğini görmek gerekiyor, DEM Parti dâhil.
DEM Parti seçmeni herkese mesaj verdi
Evet, DEM Parti bir ittifak partisi ve DEM Parti bileşen hukukunu titizlikle işletiyor. Ancak bazıları var ki, deyim yerindeyse, “etine buduna”, ne kattığına, örgütsel durumuna, nasıl yaşadığına bakmadan, kendini “ev sahibinden daha fazla ev sahibi” görüyor. Hatta kimisi sınırlarını daha da zorlayarak ideolojik-politik hattı net ve keskin olan DEM Parti’nin bu hattında belirleyici olmaya çalışıyor.
Bu elbette kabul edilemez. Nitekim her biri siyasi parti olarak varlığını sürdürüyor ve örgütlenme, mücadele sahaları herkese olduğu gibi onlara da açık… Ahlaki olarak seçim politikalarına müdahil olmak bir örgütlenme zeminine, bir teveccühe sahip olmayı gerektiriyor zira.
Önseçimler bir devri kapattı
DEM Parti seçmeninin tercihini böyle de okumak gerekiyor: Önseçimler bir devri kapattı. Öyle “şu partiye, şu kesime bu kadar kontenjan” devrini DEM-Parti seçmeni kapatmış bulunuyor. DEM Parti’nin biricik radikal demokrasi örneği olarak önseçimlere başvurmasını böyle değerlendirmek gerekiyor. Demokrasi çıtası artık aşağı çekilemez.
DEM Parti’yi bekleyen en önemli görev ve sorumluluk ise üçüncü yol siyasetinin, halkları karar alma süreçlerine katacak ağlarını hızla örmektir. Unutulmamalı ki iktidarı pervasız hale getiren bu ağların gevşemesidir.
Ancak Kürt seçmen bu ağlara bağlı olduğunu gösterdi. Şimdi bu ağı ilmek ilmek örmek, sıkılaştırmak parlamenterinden danışmanlarına, belediye eş başkanlarından belediye meclis üyelerine, il ve ilçe örgütlerinin yöneticilerinden üyelerine kadar herkesin başlıca sorumluluğudur. Zira seçimler kimseye konfor, makam sağlamak için yapılmıyor; seçmen de bu yüzden oy vermiyor, Kürt seçmen “kendine” oy veriyor.
“Oyumu kendime veriyorum” iyi anlaşılmalı
Kürt seçmenin “Oyum kendime” demesi DEM Parti yönetimlerine de mesaj veriyor:
DEM Parti’ye “Sen bensin, yüzünü bana dön, mahallelerine yaslan,” diyor.
“Mevki makam peşinde koşanları içinden kus, onlar bizim derdimizle dertlenmiyor,” diyor.
Bu mesajları almak, gereğini yapmak seçim öncesi yapılan halk toplantılarında, konferans ve kongrelerde ortaya çıkan iradenin gereği olduğu kadar başarının yegâne yoludur.