Zaman üzerine en fazla düşünen felsefeci, kuşkusuz Immanuel Kant olarak bilinir. Neredeyse bütün düşünsel dünyasında, ele aldığı tüm olguları, kendi zamanının izdüşümü birlikte ele almaya çalışmıştır. Aristoteles ise zamanı tarihin her anına bölerek kavramaya çalışmıştır. Bu yaklaşım, zamanı fiziğe en fazla yaklaştıran bir deha kıvılcımıdır. Onun, en sıra dışı öğrencilerinden Büyük İskender’in 33 yıllık kısa yaşamında tarihi ve uygarlığı geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirebilmesi de çarpıcı bir kesişmedir.
Artık A. Einstein sayesinde zaman hakkında daha fazla şey biliyoruz. Buna göre uzay-zamanın dördüncü boyutu olmasının yanı sıra, atomik bozulma, büyük patlama ile genişleme ve kütle çekimi ile yavaşlama gibi karakteristikleri ile zamanın evrenin anlık ruhunu en şaşırtıcı şekilde gösteren boyut olduğu ortaya çıktı.
Peki zaman yavaşlatılabilir mi ? Einstein’a göre kütle çekim sonsuz eşiğe yaklaştığında evet. Ancak biz bu soruyu daha kışkırtıcı şekilde soralım. Uygarlık yavaşlatılabilir mi ?
- Yüzyılda kapitalizm, milyonlarca köylüyü işsizliğe sürüklediğinde, o insanlar dokuma tezgâhlarını parçalayarak tepki göstermişlerdi. Tarihe “Ludizm” olarak geçen bu tepki, zamanı geri çevirmeye dönük umutsuz bir girişimdi ve yenildi. Marx’tan beri üretim araçlarındaki değişimin, toplumsal ilişkileri önemli ölçüde belirlediğini biliyoruz. Peki, burada yeni bir kavşak açalım. Üretim araçlarının değişim hızı arttığında ne olur? 1930’da doğmuş ve bugüne dek yaşayan bir insanı ele alalım. Televizyonu, termonükleer silahları, sesten hızlı uçağı, cep telefonunu, interneti, canlı klonlamayı, genetiği değiştirilmiş tohumları, atom altı parçacıkları ve yapay zekayı tek ömür içinde gören bu insanı olağan şekilde ele alabilir miyiz ?
Bahsettiğimiz hız, budur. Fiziksel evrim bir yana, zihinsel ve sosyolojik evrim binlerce yıla ihtiyaç duyarken modern insanın yaşam ile bağı bu hız içinde kopmuştur. Uygarlık ile temas kuramayan modern insanın ayaklarının altından baş döndürücü hızla akan bu zaman ile “zihinsel evrim” durmuştur.
Modern insan, uygarlığın hızı sebebiyle evrimin dışına itilmiştir. Canlı olanın, doğaya karşı evrimleşmesi modern insanda, tümden cansızlaşmaya dönüşmüştür. Ağzına götürdüğü her besini koklayan ve tadını almaya çalışan neolitik çağın insanın yerini; mr cihazına ve uçağa aynı koşulsuz teslimiyetle giren insan almıştır. Bu modern teslimiyet, kapitalist modernite’nin köleciliğinin bilinçaltını oluşturur.
Bu uygarlık hızında, insan ve uygarlık anda ölü, aynı anda mekaniktir. Jean Baudrillard’ın, Dünya’nın naklen yayınlanan ilk çatışması olan birinci körfez savaşını, evinde güvenilir koltuğunda uzaktan kumanda tuşuna basarak izleyen, batılı bireylerin, yüz binlerce insanın kitlesel katliamını çatışma alanından uzakta olmanın dayanılmaz hazzı ile takip etmelerini, insan türünün dehşetli bir çürümesi olarak nitelemesi önemlidir.
Savaş, katliam, endüstriyel üretim, iletişim, pop-art ve sosyal medya ablukası ya da her ne olursa olsun, toplumsal ilerleyişin hızını arttırmak, uygarlığın kendi uçurumuna olan mesafesini hızla kapatıyor.
Uygarlığı yavaşlatmak, tüm devrimci tarihsel birikimlerimizin ve gelecek teorik tartışmalarımızın en önemli başlığı olarak karşımızda duruyor.