Bitecek dediğimiz hiçbir şey bitmedi. Hayaller neler neler gösterdi, gerçekler neler yaptı. Düşmek kadar sert bir kelimedir kırılmak; hem yazdık hem de yaşadık. Bazı kelimelerin mevsimleri var, bazı mevsimlerin de kelimeleri. Okuduğunu yaşayan, yaşadıklarını yazan bir silsilenin içindeyiz; kendi yankısını duyan ve aynasını yanında taşıyan.
Tarihe bakıp tahliller yaptık, tahminler ortaya attık, olacak var ve olmaması gerekenler var. Tercihlerin tekrarı, istikrarın ıskalaması, evvelden gelip ezeli çınlatan bazı seslerin hükmü gecikmeden geliyor. Savaşlar, barışlar, ovalar, meydanlar, ölenler ve öldürenler suratsız bir geçiş yapıyor sessizce ama korkutarak.
Özgürlüğe çalışmaktan vazgeçeli asırlar oldu. Hatırlamayla unutma arasındaki ince çizgiler, hayatımızın her yerinde ve herhangi bir anında bitebilir. Kimse bir şey bilmese de olur, sorular cevapları umursamadan dünyaya dağılabilir. Zaten burada birileri bir şeyler yapıyor, birileri de hemen razı geliyor.
Dumanlı odalar, amonyak kokulu merdivenler, kaldırımlarda rol ve mekan dağılımı, zamanın imtihanı, ömrün ve büyük kentlerin manifestosu sanki. Böyle de okunabilir kırılmak; bir gece vakti evin yolunu bulamamak, sonra evin yolunun olmadığını bilmek. Her şeye tebelleş olmak, sonra kanıksamak ve büyük unutmak, okyanuslar kadar derin.
Hayatın cilvesi çok, emin olmak yok. İhtimaller ve kuşkular dağlar ve uçaklar gösteriyor. Aslında yüzyıllardır herkes kaçıyor, gidiyor, kalıyor, kalamıyor ve hep uzaklar kendini gösteriyor. Dünya ve hayat birbirinden bu kadar uzak çünkü insan çünkü hep bir yerinden noksan.
İnsan ihtimaldir, sürekli çoğaltır. Korkmaya mahal yok, belkiler sürükler bizi. Rüzgar bile taklit edilebilir bir şeydir. Değişmek eşyada da var, eskimek gibi ve eksilmek gibi. Gittikçe çoğalmanın, almanın ve vermenin dünyası, hayır takas değil, değmek de değil. Bir başka şey, keşfe muhtaç belki de ve yine.
Kehanetler ve karnavallar birbirine benzer. Birbiriyle karşılaşır, bir rüya insanın hayatını değiştirir. Her an her şey herkese bir şeyler olabilir bir dünyadayız. Neye tutunsak bir adım ötesi yamaçlar ve uçurumlar. Vazgeçtiğimiz yerler peşimizden yol arar, pusula arar, pusu atar ve ne olursa olsun ardımızdan bir yere gitmez.
Buhran eskiden kalma bir anımsamaydı, şimdi her evin içinde dönüp dolaşan bir uğurlama. Teselliler çağında ve telkinler ablukasında yürüyoruz. Yılgınlık yılları, yorgunluk vebası ve yaşamanın uğraşı bizi alıp görmediğimiz bir yerde bırakıyor. Sonra herkes yollara düşüyor, kavimler değil yalnızlıklar göçü yaşanıyor.
Sezgilerin cehennemi, umutların azabı, özlemenin çemberi, uzak sandığımız her yangınla yakıyor bizleri. Yakalanmak süresiz ve yanlışlar sırasız. Korkulardan duvarlar, telaşlardan kaleler yapıyoruz ve her insanın adı artık tenha. Bütün mümkünlerden umudu kesip, kahreden ve hiçliği müjdeleyen her yere ve kimselere koşar ayak gidiyoruz.
Yanılmakla başladı çok şey ve devamı da peşinden geliyor. Kayıp kuşaklar, ayıp hayatlar, serin hatıralar ve rüyalar dağılıp karışıyor hayata. Yaşamak eski bir şarkıda geçerdi bir şiirden bestelenmiş, bir resimden etkilenmiş ve artık taşlara yontulmuş. Savaşlara sayılar aranıyor, üzüntülere sayıklamalar, hüznümüze mitingler, ayrılıklarımıza protestolar bulunuyor. Bakmaktı hayat, bıkmaktı dünya ve dönmek hepten yalandı. Bitmez dediğimiz koskoca bir seraptı, her gün gördüğümüzdü, şahidiz.
/ Bu yazı Yeni Yaşam Gazetesi’nden alınmıştır/