DW Türkçe’den Pelin Ünkere’e konuşan insan hakları savunucuları, hak ihlali başvurularında cezaevlerinin önde olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye genelinde artan yoksulluğun cezaevlerine, eğitime, sağlığa, çocuklara, kadınlara, mültecilere ve farklı gruplara etkisinin arttığını, hak ihlallerini derinleştirdiğini vurguluyor.
Mahpusların tedavi hakları: Bu yıl 709 tutuklu hayatını kaybetti
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, 2024 yılında İHD’ye en fazla başvurunun hapishanelerden geldiğini söylüyor:
“İnfaz politikasının insan hakları bağlamında iyileştirilmesi yerine hapishanelerin insan hakları ilkelerinin yok sayıldığı ortamlar haline gelmesine tanıklık ediyoruz.”
Hasta mahpuslar bakımından tedavi hakkına yönelik engellemelerin, yaşam hakkı ihlalleriyle son bulduğunu vurgulayan Yoleri, Adalet Bakanlığının geçen Ekim ayında yaptığı açıklamaya göre 2 bin 500 civarı mahpusun bu nedenle yaşamını yitirdiğini hatırlatıyor.
Yoleri’ne göre tecridin yaygınlaşması da hapishanelerde intihar vakalarının artmasına yol açtı. Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olmasına rağmen politik mahpuslara ilişkin ayrımcı infaz uygulamaları olduğunu ifade eden Yoleri, yabancı mahpusların da benzer şekilde cezaevlerinde ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor.
Öte yandan 60 bin civarında mahpusun kayıtlı olarak çalıştırıldığını belirten Yoleri, “Ancak pek çok mahpusun kayıtlı olmaksızın ve bir ücret ödenmeksizin çalıştırıldığı yine derneğimize yapılan başvurularda tespit ettiğimiz bir durum” diye ekliyor.
Öte yandan Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre sadece bu sene; 11 ay içerisinde Türkiye cezaevlerinde 709 tutsak hayatını kaybetti.
“Tecrit koşulları derinleşiyor”
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Savunuculuk Koordinatörü Berivan Korkut da cezaevlerinde kullanılan temel hak ve sosyalleşme alanlarının halen pandemi öncesi koşullara dönmediğini vurguluyor.
Yeni yapılan yüksek güvenlikli, Y ve S tipi cezaevleriyle tecrit koşullarının derinleştiğini ifade eden Korkut, yasalara göre bu cezaevleri “Tehlikeli” statüsünde olanlar için oluşturulsa da politik mahpusların da buraya yönlendirildiğini anlatıyor.
Korkut, “Bu yeni tip hapishanelerin birçoğunda kişi havalandırmaya çıkabilmek için bile İnfaz Koruma Memurunu çağırmak zorunda. Burada tutulanlar orta vadede bunun çok olumsuz sonuçlarını yaşayacaklar. Bunun gelecek yıl da çok ciddi bir gündem olacağı kanaatindeyiz” diye konuşuyor.
Adalet Bakanlığının verilerine göre Türkiye genelinde yüksek güvenlikli 22, Y tipi 13, S tipi 7 hapishane bulunuyor.
Mültecilere yönelik ayrımcılık
Gülseren Yoleri, İHD olarak ikinci yoğun başvuruyu mültecilerden aldıklarını söylüyor.
Temmuz ayında Kayseri’de Suriyeli bir sığınmacının akrabası olan bir çocuğa cinsel istismarda bulunduğu iddiası ile tutuklanmasının ardından, kentteki Suriyelileri hedef alan şiddet eylemleri sonucu, en az 24 işyeri kapanırken, 3 bini aşkın sığınmacı kenti terk etti. Kayseri’nin ardından sekiz farklı ilde yaşanan ırkçı ve nefret içerikleri saldırılar sonucu bir kişi yaşamını yitirdi.
Türkiye İçişleri Bakanlığı tarafından söz konusu ırkçı saldırılar ile ilgili toplam 1065 kişinin gözaltına alındığı, bu kişilerden 28’inin tutuklandığı, 187’sinin ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığı bildirildi.
Öte yandan Geri Gönderme Merkezleri’nde tecavüz, işkence iddiaları da yargıya taşınmasına rağmen engellenmedi.
Eylen ve etkinlik yasakları sürüyor
Iğdır, Batman, Van, Şırnak, Dersim, Ağrı, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari, Mardin, Siirt ve Muş gibi Kürdistan’daki illlerde valiliklerin ilan ettikleri açık hava toplantıları, etkinlik ve eylem, gösteri yürüyüşlerinin rutine bağlanmış olarak peryodik olarak yasaklanması uygulaması da devam ediyor.
Kürt sanatçıların konser yasakları ve Kürtçe engelleri
Diğer yandan Rojda, Azad Bedran, Diljen Ronî, Xece gibi tanınmış Kürt sanatçıların aralarında olduğu çok sayıda Kürt sanatçının konserleri yasaklandı. Kürtçe kurumlara baskılar düzenlendi. Kürtçe ile ilgili eylem ve etkinler de yasaklandı.
“Temel haklara erişemiyorlar”
Türkiye’de bulunan mültecilerin yaşadıkları sorunların genellikle ötekileştirilerek ya da düşmanlaştırılarak görmezden gelinmeye çalışıldığını ifade eden Yoleri, “Suriyeliler geçici koruma altına alındığı için mülteci grup arasında en iyi korunma imkânı olan, en korunaklı alanda duran grubu temsil ediyor. Ancak Suriyeliler dahil mültecilerin temel haklara erişemediği, korumadan sağlığa, çalışmaya ve eğitime kadar pek çok alanda ciddi sorunların devam ettiği görülüyor. Ve bunun sonuçlarıyla yüz yüze kalıyoruz” diye konuşuyor.
Türkiye’de tartışmaların kayıtlı mülteciler üzerinden yapıldığına işaret eden Yoleri, “Düzensiz göçmen diye nitelendirilen göçmen grup var ki Suriyelilerden önce de vardı. Afrika ve Asya ülkelerinden, Ortadoğu ülkelerinden Türkiye’ye gelen bu grubun da tamamen korumasız olduğu ve aslında vahşi yaşam koşullarına, insan kaçakçılarına, angarya çalışma koşullarına ve organ kaçakçılarına teslim edildiği bir ortamdan söz ediyoruz ki kayıp çocuklar meselesini burada hatırlatmakta fayda var” diye ekliyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ile beraber kadınlar, LGBTİ+ bireyleri ve çocukları ilgilendiren olumsuz tablonun devam ettiğini ve bunun mülteciler için de geçerli olduğunu vurgulayan Yoleri, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ile beraber sığınma evlerine erişim sorununun da baş gösterdiğini aktarıyor.
“Yoksullukla birleşiyor”
Gülseren Yoleri, aslında mülteciler ve hapishanedekiler de dahil olmak üzere tüm topluma ilişkin hak ihlallerinde yoksulluk sorunun etkilerinin görüldüğünü vurguluyor:
“Nereye bakarsanız bakın. Eğitime, sağlığa, çocuklara, kadınlara, mültecilere ya da farklı gruplara nereye bakarsanız bakın yoksulluğun derin bir yara haline geldiği bir durumdan bahsediyoruz” diyen Yoleri, İHD’ye bu yönde yapılan başvurularda ciddi bir artış olduğunu belirtiyor.
İnsanların iş bulamadıkları, geçinemedikleri, çocuklarının okul ihtiyaçlarını karşılayamadıkları, hapiste bulunan yakınını ziyarete gidemedikleri ve ekonomik sorunlarının giderilmesi için buldukları her yere başvurduklarını anlatan Yoleri, ekliyor: “Ve tabii ki yoksullukla birleşen bütün diğer olumsuzluklar, örneğin çocuk işçiliği meselesini, kadına yönelik şiddeti ve diğer alanlarda şiddeti ve ağır emek sömürüsünü karşımıza çıkartıyor. Ve bütün bu sorunlar acil çözüm bekliyor.”
Yargı bağımsızlığına ilişkin sorunlar
İfade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü konularında da sorunlar devam ediyor. Bu yıl Nevruz kutlamalarında ve Onur Yürüyüşü gibi etkinliklerde, güvenlik güçlerinin şiddetli müdahaleleri sonucu yüzlerce kişi gözaltına alındı, bazıları tutuklandı. Kürtçe müzik eşliğinde halay çeken bireyler de soruşturma ve gözaltı süreçlerine maruz kaldı.
Öte yandan TİP’te Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay, Anayasa gereği dokunulmazlık kazanmasına rağmen Yargıtay kararı uygulamadı ve serbest bırakılmadı. Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği hak ihlali kararları da uygulamada karşılık bulmadı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) iş insanı Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına yönelik kararları da Türkiye tarafından uygulanmıyor.
Bu tür ihlaller, insan hakları örgütleri tarafından adalet sisteminin siyasi etkilere açık hale geldiği yönünde değerlendiriliyor. Yargıtay kararlarının uygulanmaması, seçme ve seçilme hakkı, adil yargılanma ve özgürlük gibi temel insan haklarının doğrudan ihlaline neden oluyor.
Seçme ve seçilme hakkı ve kayyum kararları
Kayyum uygulamaları da 2024’te Türkiye’deki önemli insan hakları ihlali başlıklarından biri olarak dikkat çekti. Mardin, Batman, Şanlıurfa-Halfeti, İstanbul-Esenyurt belediyelerine kayyum atandı.
Özellikle Kürt siyasetçilerin yönetiminde olan belediyelere İçişleri Bakanlığı tarafından kayyum atanması, seçilmişlerin görevden alınarak halk iradesinin yok sayılması ve anayasal güvencelerin ihlal edilmesi konuları ciddi eleştirilere neden oldu.
Gülseren Yoleri, Türkiye’nin bir bütün olarak hukukun yok sayıldığı ama bununla beraber devleti temsil eden kurumların da itibarsızlaştırıldığı bir süreçten geçtiğine işaret ediyor:
“Toplumun, insanların haklarının ve özgürlüklerinin hiçbir güvence ile korunmadığı bir durumdayız ve bu tablonun mutlaka değişmesi gerekiyor” diyen Yoleri, ekliyor: “Şimdi aslında hiç uygulanmayan ve itibar edilmeyen bu yasaların yeniden ve tabii ki insan haklarına uygun olarak düzenlenmesi noktasında acil bir ihtiyaç var.”