Behice Feride Demir: Gülümse

Yazarlar

Siyasette başarısız olan ama kültürel tarih alanında kıymetli eserlere imza atan Kemal Burkay’ın Gülümse şiiri, Arto Tunç Boyacıyan’ın bestesi ve Sezen Aksu’nun yorumu ile Burkay’ın ününe ün katmıştı. Kemalizm’in katliamcılığı ile nam saldığı Dersim Soykırımı’ndan sonra doğan, 23 yaşındaki bir şair için oldukça hümanist bir şiirdir Gülümse. Özellikle şarkı olarak düzenlenen haliyle aşk ve iyimserliğin de karışımı olarak, okur ve dinleyici arasında bir tür hislenme barometresi sayılır.

Hatta Sezen Aksu “gülümse” nakaratını her tekrarladığında, kalbimizdeki mutluluk hissi birkaç milim daha derine iniyor.

Şiirin tüm sözleri içtenlik kokuyor. Ama “Bir kedim bile yok” vurgusu en dikkat çekici kısımdır.

Şarkı İlk çıktığında bu dizeler politik ve günlük olaylarda çokça mizah konusu yapılmıştı. Hatta şiirsel olarak hafife alınmıştı. Zira çoğumuz kedileri bedava, sokakta, duygusuz ve önemsiz hayvanlar sanırız. Hele taşrada büyüyen bizler için evlerimizde yaşayan kedilerin varlığı; tavuk, kuzu veya kazlar kadar olağan sayılırdı.

Ama modern zamanda, geniş aile ve evlerden kopup bireysel hayata çekildikçe, bir kedinin etrafında dönen hayatın gerçekliğini de kavramaya başlıyor insan.

Köyde çürümüş bir et parçasına tav olan, bulduğu ilk sıcak yere tüneyen ve ev sahibinin her yaklaşımına razı olan kedinin metropollerde nasıl kimlik değiştirdiğini ve hayatın merkezini kapladığını da görüyoruz.

Şehirde mekânımız ve ruhumuz daralırken, kedinin imkânları genişliyor. Sen yalnızlığı saat başı ölçerken, kedi uğraştan yoruluyor. Hatta seni insan olarak kendi konforu etrafında disipline ediyor.

Bu disiplinde “bir kedim bile yok” sitemi insanı aşıp bir kediye hizmet işine dönüşüyor.

Bu dönüşüm sadece mekanik bir sorumluluk değil. Çünkü kedilere mal edilen vefa ve vefasızlığın çarpışması; ezberi, konumu ve kediye bu iftirayı attıran haller çatırdamaya başlıyor giderek.

Vefa, insanların yaşam içinde kendine göre tanımladığı kurnaz bir dönüşüm alanıdır. İnsanı insan olarak tanıtan ve gösteren enfes duygulardan biridir. Ancak zaman içinde insanlar vefayı kendi gözlemleri ve göreliliklerine göre içselleştirince, vefanın eski ve en ağır yükümlülüğü de kedilere kaldı.

Ancak kentleşme kediler lehine yuvalar yaratınca, vefa yeniden kedilerin tarafına geçti; vefasızlık ise insanları sarıp sarmaladı. Bu defa kediler, evde sevgiyi ve vefayı hatırlatan büyük rolünü oynamaya başladı.

Sadece sevgi değil; kendi iradesini kullanma, özgür olma ve sana da hatalarını gösteren birer şahsiyet erbabına dönüştüler adeta.

Demem o ki; insanlar, gruplar veya kitleler yapay komutlar içinde kaderlerine razı olurken veya kelimeden “özgürlük” içinde yorulurken, kediler bile bu çağda kelimesiz özgürlüğü ve sorgulamayı öğreniyor.

Geçtiğimiz hafta, üç günlük bir ziyaretten sonra eve geldiğimde, yeme-içme ve barınmada herhangi bir sıkıntı çekmeyen kedim, sırf balkonda kaldığı için küsme hakkını kullanmaktan hiç imtina etmedi. Bütün havasını bana borçlu olmasına rağmen, onu orada bıraktığım için bana isyan edip küsebildi.

Çağrılarıma cevap vermeden, kuyruğunu tepesinde gezdirerek ve koltuklardan koltuk beğenmeyerek bana sorumluluk dersi verdi adeta.

Kedime baktıkça özgürlüğü kullanabilmenin üç sürecini kıyaslıyorum.

“Bir kedim bile yok” dizelerini yazdıran 1963, bunu yorumlayan 1991 ve bunu dinlettiren 2025’in tüm psikodramasını  anlamaya çalışıyorum.

Kediler vefasız mı, değil mi artık önemsiz. Hakları söz konusu olunca isyan bayrağı açabilmeleri ise bir realite.

Gerisini yine Sezen söylesin:

“Gülümse, hadi gülümse

Bulutlar gitsin

Yoksa ben nasıl yenilenirim?

Hadi gülümse

Belki şehre bir film gelir

Bir güzel orman olur yazılarda

İklim değişir, Akdeniz olur

Gülümse

Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm

Tüm şehir bana küstü

Bir kedim bile yok, anlıyor musun?

Hadi gülümse ”

İyi okumalar.

 

İlginizi Çekebilir

NATO Genelkurmay Başkanları, Lahey Zirvesi’ne hazırlık gündemiyle toplandı
TÜİK: Yoksulluk oranı 2024’te yüzde 21 oldu

Öne Çıkanlar