Son günlerde Türkiye’de Kürtlerin sinir uçlarına dokunan, insanların vicdanları ve onurlarını yaralayan pervasız bir siyaset izleniyor.
Kürtlerin siyasetçileri ve ölüleri üzerinden her gün provoke edici yeni adımlar atılıyor. Sanki kitlelerin sokağa dökülmesi için ortam yaratılmaya çalışılıyor.
Kürt siyasetçileri, aktivistleri ve yurtseverlerinden sonra şimdi de özgürlük hareketinin toplumsal temeli hedef alınmış görünüyor. Halkın üzerine böyle ahlaksızca gidilmesi ve tahrik edilmesi bunu gösteriyor.
Her gün HDP’ye yönelik operasyonlar yapılıyor. Milletvekilleri darp ediliyor. Parti yöneticileri güpegündüz kaçırılıp, tehdit ediliyor…Gün geçmiyor ki HDP’lilere yönelik bir polis operasyonu olmasın. Yandaş medyanın öncülük ettiği psikolojik savaşın ve siyasi linçlerin dozu da uygulamalara paralel bir biçimde her geçen gün biraz daha artıyor.
Yargı derseniz, artık HDP üyesi olmayı bile ‘suç’ sayıyor. Mahkemeler önlerine gelen dosyaları inceleme gereği duymadan, keyfi, mesnetsiz ve temelsiz iddianamelerle Kürt siyasetçilere onlarca yılı bulan hapis cezaları veriyor.
Bütün bunların elbette HDP’nin gücünü korumasıyla, her türlü baskıya rağmen ayakta durmasıyla bir alakası var ancak, yeni durum HDP’nin ötesinde bir hazırlığa, devlet katında alınmış bir karara, yeni bir plana işaret ediyor.
Kirli savaşta hayatını kaybeden gençlerin kemiklerinin kaldırımlara gömülmesi, ölüye saygı yerine hakaret edilmesi ve Kürtlerin ölüleri üzerinden insanı insan yapan değerlerin çiğnenmesi ve ayrıca kayyumlar üzerinden de Kürtlerin demokratik iradeleri, dilleri, kültürleri, ulusal-demokratik değerlerine yönelik saldırıların periyodik olarak sürdürülmesi devlet katında yeni bir hazırlığın olduğunu ve buna uygun ortamın yaratılmak istendiğini çok açık bir şekilde gösteriyor.
Öte yandan hazırlığın ve planın ‘içeri’yle sınırlı olmadığı da gözleniyor. Sadece HDP’ye, Kürt siyasetçileri, cezaevindeki tutsaklara, Kürtlerin ölülerine değil, bu kimliği taşıyan ve değerlerine sahip çıkan bütün bölge Kürtlerine yönelik tehdit edici, itici, nobran ve tahrik edici bir yaklaşım sergileniyor.
Sadece içerideki HDP’liler, Kürt aktivistler değil, Rojava’daki Kürt dinamikler de hedef alınıyor. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, hakkı olmadığı halde, Kürtler arası görüşmelere müdahil oluyor, aşağılıyor ve tehditler savuruyor.
Ayrıca Türk ordusunun Başur’daki operasyonları ve Rojava’daki tacizleri de aralıksız devam ediyor…
İnsan içeride ve dışarıda bu olan bitenlere bakınca ‘ne oluyor?’ diye sormadan edemiyor.
Açıkça bir gözü dönmüşlük hali gözleniyor ve bunun Rojava veya Başur’da yeni bir işgal girişimine mi, yoksa iç savaşa mı yol açacağı sorusu insanı derinden düşündürüyor.
Gerçekten neyin hazırlığı yapılıyor ? Bu ahlak dışı, provokatif uygulamalar, insan sabrını taşıran, sinir uçlarını yakan adımlar niçin, neye ortam hazırlamak için atılıyor?
Diğer yandan Türkiye’nin mevcut durumu birçok açıdan Osmanlı’nın son yıllarını çağrıştırıyor. Ekonomik, siyasi ve ahlaki çöküş giderek derinleşiyor. Kürt – Kürdistan meselesindeki inkarcı, savaş siyaseti Türkiye’yi birçok açıdan tüketmiş bulunuyor.
AKP-MHP bloku da zaten, İttihat ve Terakki’nin peşinden gidiyor.
İktidar Afrin’den bu yana açık bir etnik temizlik siyaseti izliyor. Kürtleri silah zoruyla binlerce yıldır üzerinde yaşadıkları topraklardan sürüyor: Afrin’e cihadist çeteleri, Serekaniye’ye Çeçenleri yerleştiriyor.
AKP-MHP iktidarı, İttihat ve Terakki’nin yaptığı katliamlara ve soykırıma benzer ‘çılgınlıklar’ yapabileceği izlenimini veriyor.
Türkiye’de son zamanlarda artan provokatif uygulamalar büyük bir felaketin yaklaşmakta olduğunu gösteriyor.
Devleti ve iktidarıyla Türkiye’nin birinci önceliğinin Kürtleri darbelemek, tasfiye etmek olduğu anlaşılıyor.
Türk devleti bölgesel gelişmeleri ve küresel krizleri Kürtleri yeniden ‘tedip ve tenkil’ etmek için bir fırsata çevirmek istiyor. Bu amacın peşinden koşuyor ve Kürtlere kolay kolay altından kalkamayacakları stratejik bir darbe vurmanın hesaplarını yapıyor.
Dolayısıyla içeride ve dışarıdaki Kürtlerin de çok dikkatli, hazırlıklı olması, kendilerini korumaları, iç dayanışmalarını arttırmaları, önlemlerini almaları gerekiyor…
Her şeyden önce de aralarındaki bu kısır çekişmelere, bitmek bilmeyen polemiklere bir son vermeleri gerekiyor.
Kürtlerin şunu çok iyi bilmesi gerekir; ister Bakur’da, ister Rojhilat’ta, ister Başur’da ya da Rojava’da olsun her Kürdün alacağı bir darbe, bütün Kürtlerin darbelenmesi anlamına gelecektir.
İçinden geçmekte olduğumuz bu süreçte değerlerine, kimliğine ve özgürlük düşlerine bağlı her Kürd’ün ayağına değen taş bütün Kürtleri tökezletecektir.
Bunun bilince çıkarılacağı umuduyla…