Karapaşaoğlu: Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin lağım çukuruna dönüştürüldü

GündemSöyleşi

-Kolonyal bir politikaya bağlı olarak bir yandan muhalifler tasfiye edilirken, diğer yandan da mafya buraya taşındı. Kıbrıs kuzeyi kumarhane, uyuşturucu, fuhuş, kara para aklama gibi pis işlerin yapıldığıTürkiye’nin bir lağım çukuruna dönüştürüldü..

-Bizdeki toplumsal çürüme aslında Kıbrıslı Rumların mülkiyetinin çalınması ve ganimetin dağıtılmasıyla başladı. El konulan ganimeti buraya taşıdıkları nüfusa dağıttılar ama Kıbrıslı Türklere de bundan bir pay verdiler. Çürüme böyle başladı.

74’ten sonra köylerimizin isimleri değiştirildi. Soy isimlerimiz değiştirildi. Kiliseler camiye çevrildi ve buraya ciddi bir nüfus aktarımı gerçekleştirildi. . Türklük Sözleşmesinin yanına Sünni İslam dayatması da eklendi. 

-2018’de sonra Türkiye’deki yeni sistem, yeni siyasetle birlikte buradaki ortam da çok sertleşti. Türkiye’de iktidar değişse de Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir şey değişmez. Türkiye’de de değişmez çünkü Türkiye artık başka noktadır.

  -Ayşemden Akın arkadaşımız, Halil Falyalı’nın ilk adamı olan Cemil Önal ile mülakat gerçekleştirdiği için ölüm tehditleri alıyor. Gazetecilere ve iş adamlarına suikast düzenlemek için Türkiye’den buraya birilerini gönderiyorlar.

Nûpel Yayın Koordinatörü Filiz Deniz, Kıbrıslı şair, yazar, aktivist ve vicdani retçi Halil Karapaşaoğlu ile adanın gündemini konuştu:

Nûpel Yayın Koordinatörü Filiz Deniz, Kıbrıslı şair, yazar, aktivist ve vicdani retçi Halil Karapaşaoğlu ile adanın gündemini konuştu:

Kamuoyu sizi biliyor ancak yine de Nûpel okurları açısından bir hafıza tazelemesi açısından tanıtalım istiyorum…

Halil Karapaşaoğlu 1985 doğumluyum, şairim. Sanatçı ve Yazarlar Birliğinin yönetim kurulundayım.Yeni Kıbrıs Partisi sekreteryasında görevliyim. ‘Türk Yerleşimci Kolonyalizmi’ üzerine akademik çalışmalar yapıyorum. İnsan hak ve özgürlükleri adına çok uzun zamandır mücadele veriyorum. Şu an Yenidüzen gazetesinde haftalık yazılar yazıyorum.

Çok yönlü birisiniz; şair, aktivist, yazar ancak kamuoyu bir de sizi vicdani retçi olarak biliyor; hatta bu yüzden hapse de atıldınız sanırım…

Evet aynı zamanda vicdani retçiyim. 2013 yılında vicdan reddimi açıkladım. Seferberlik çağrısını reddettiğim için, arkadaşlarımla birlikte yargılandım. 2019’da cezaevine girdim.2024 yılında ikinci kez cezaevine girdim. İki kez hapsedildim. Murat Kanatlı, Haluk Selam Tufanlı, Mustafa Hürben ve ben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türkiye’yi şikayet ettik.  Murat Kanatlı’nın davasını kazandık. Murat Kanatlı 2014 yılında cezaevine girmişti. 2024 yılında AİHM Türkiye’yi suçlu buldu.

Normal koşullarda Kıbrıs’ın kuzeyinde bize açılan davaların geri çekilmesi gerekirdi. Ancak davalar geri çekilmedi. Ben mart başında polise çağrıldım ve hakkımda yeni bir şikayet oluştu. Şu an dosyam savcılığa gidecek. Savcılık dosyayı işleme koyunca da hukuki süreç tekrar başlayacak.

İzleyebildiğimiz kadarıyla Kuzey Kıbrıs’ın gündemi yine yoğun. Başörtüsü tartışmaları son dönemlerde öne çıkıyor.  Liselerde ve ortaokullarda öğrencilerin başörtüsü takmasının serbest bırakılması tepki çekti, eylemler yaşandı. Buradan başlayalım isterseniz; bu anlamda Kıbrıs’ta neler oluyor?

Kıbrıs’ta 1958’den itibaren başlayan  Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıslılar arasındaki ilişki biliniyor ancak  modern Türk Cumhuriyeti ilan edildikten sonra aslında ilk ilişkiler 1925 yılında başlıyor. Daha 1925 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a gönderdiği elçiler burada Kemalizm siyaseti doğrultusunda diplomatik faaliyetlerini yürüttü. Fakat Türk derin devletinin organize bir şekilde Türkçe konuşan Kıbrıslılara müdahale etmesi 1958 yılında başlıyor. 1958’den 1974 yılına kadar müdahaleler gerçekleşti. Türkiye’nin istemediği hiçbir kişi lider olmadı. Muhalifler 1958’den 1965 kadar öldürüldü. Türkiye’ye karşı muhalefet susturulunca artık yeni bir sistem oluşturuldu. 1974’ten sonra Kemalistlerin baskısı arttı. 1958’den soğra Türkçe konuşan Kıbrıslıların köy isimler değiştirildi. İşgalden sonra Rumca konuşan Kıbrıslıların yaşadığı köy isimleri de değiştirildi. Soy isimlerimiz değiştirildi. Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik kartlarmız, pasaportlarmız yasaklandı. Kıbrıs Cumhuriyeti para birimi yasaklandı. TL’ye geçildi. Buraya nüfus aktarımı gerçekleştirildi. Türkiye’den binlerce insan getirdiler. 200 bin Rumca Konuşan Kıbrıslı’nın terk ettiği köylere Türkiye’den insan taşıdılar. Kiliseler camiye dönüştürüldü. Türklük Sözleşmesinin yanına sunni Müslümanlık da eklendi. 2002 yılına kadar aşamalı olarak yeni bir sistem kuruldu. Evet Kıbrıslı Türkler de Müslüman ancak kendilerine göre dini yaşama biçimleri vardı. Burada Ortodoks hıristiyanlar göç edince bu kez sunni Müslümanlık egemen din olarak inşa edildi.

 

2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türklük Sözleşmesi var ama onun yanında sunni Müslümanlık anlayışı da ağırlaştırılarak Türklük sözleşmesinin içinde yerini aldı. Din daha da baskın olmaya başladı. Burada camiler inşa edilmeye başlandı. Bunun yanında Türkiye’den imamlar  getirildi. Türkiye’den nüfus artışı devam etti. Türkiye’deki tarikatlar getirildi. AKP özellikle 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerden sonra nüfus artışını daha da hızlandırdı. Öğretmenlergöndermeye başladı Türkiye’den. Yoğun bir şekilde. Özellikle bu öğretmenlerin bir çoğu Sünni Müslümanlık görüşünü benimseyen kişilerdi. Türkiye’nin öğretmen göndermesi 1958 öncesi de vardı. Ancak AKP ile bu başga bir boyut kazandı. Bir de Kıbrıs’ın kuzeyinde sendikalar kurmaya başladı yerleşikler üzerinden. Buraya getirilen yerleşimciler üzerinden sendikal faaliyetlere girişdi.

 

Yani bizim sendikalarımıza paralel sendikalar kurmaya başladılar ve bu sendikalarla birlikte taşıdıkları nüfusu oralarda örgütlemeye başladılar. Getirilen yerleşimcilerin kültür dernekleri, hemşeri dernekleri daha da aktif hale getirildi. Bunun yanında siyasi partileri de taşıdılar. AKP’den CHP’yetutun da İYİ Parti’ye Yeniden Refah partisine kadar siyasal partilerin şubeleri açıldı. AKP bu noktada çok aktif, özellikle de gençlik kolları üzerinden. Bunun yanında Yunus Emre Entütüsü, tarikatlar gibi yapılanmalar üzerinden de siyasal faaliyetlerini yürütüyor.

Çok özür dilerim. Bir şey sorabilir miyim? Şu anda Kuzey Kıbrıs’ın nüfusu ne kadar ve ne kadarı Türkiye’den sonradan getirildi?

Şu anda Kuzey Kıbrıs’ın nüfusunun kaç olduğunu bilmiyoruz.  Türkçe konuşan Kıbrıslıların ne kadar kaldığını da bilmiyoruz. Çünkü nüfus sayımı yapmıyorlar… Ancak Türkçe konuşan Kıbrıslıların artık kuzeyde azınlık olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye Türkçe konuşan Kıbrıslıların nüfusunu eritmek istiyor. Türkiye’den taşınan nüfus korkunç düzeydedir. Türkçe konuşan Kıbrıslıların kamusal görünürlüğü yok denecek kadar azdır.

Anladım, buyrun siz devam edin

Tabii hep böyleydi. Türkiye’den buraya sürekli insanlar aktarılıyordu. 2002’den sonra ise AKP Türkiye’de çıkardığı yasaları buraya aktarmaya başladı. 1974 yılından sonra da durum ayniydi aslında. Türkiye ile Kıbrıs’ın kuzeyi arasında bir sömürgecilik ilişkisi var. Özellikle 1974 itibarıyla Türkiye bu sistemi inşa etti ve Türkçe konuşan Kıbrıslılara belirli imtiyazlar verdi. Türkçe konuşan Kıbrıslılar’da bu imtiyazları kullandı.

Yani güvenlik kuvvetlerinin komutanı hiçbir zaman Türkçe konuşan Kıbrıslı olmadı. Burada sivil savunma var ve sivil savunma Türk derin devletinin alt birimi olarak faaliyet gösteriyor. Yani sıradan bir sivil savunma değil. Onun başkanı da hiçbir zaman Türkçe konuşan Kıbrıslı olmadı. Merkez Bankası’nın başkanı da hiçbir zaman bizden biri olmadı.Türkiye artık doğrudan buraya kadrolar aktarmaktadır. Alt yönetim birimlerini de değiştirmeye başladı. Bu sayede yeni bir inşa sürecine geçti.

Zaten 3 Mayıs’ta da külliyenin açılışı yapıldı. Külliye Metehan olarak isimlendirilen bir bölgede yapıldı. Biliyorsunuz Metehan Türk tarihi için çok önemli bir kişidir. Türk tarihinde modern orduyu ve modern devlet biçimini ortaya çıkaran Hun imparatorudur. Burada yeni bir cumhurbaşkanlığı sarayı, yeni parlamento yapıldı. Bunun karşılarına bir cami inşa edildi. Yüksek mahkeme binası da külliyenin bahçesine yapılıyor. Dolayısıyla yapılanma süreci devam ediyor. Bunun adına külliye denildi. Osmanlı fetheddiyi topraklara külliye yapıyordu. Yapısal olarak başka bir noktaya geçeceklernin önemli bir göstergesidir.

Sınıflar değiştirildi. İşçi sınıfı bağlamında Türkçe konuşan Kıbrıslıların işçi sınıfının öncü kesimi imha edildi. Biraz karışık anlatıyorum, kusura bakmayın çünkü bizim hikâyemizianlatmaya çalışıyorum. 1974’de Rumca konuşan Kıbrıslı işçi sınıfı ve yukarı sınıfı imha edildi. Üretim araçlarına el konuldu. Bunlar Türkleştirildi. Türkçe konuşan Kıbrıslılar buralarda istihdam edildi. Üretim araçları Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) olarak çalıştırıldı. Türkiye’den çalıştırılmak üzere yerleşimciler getirildi. KİT’ler 1983’den sonra özelleştirilmeye başlandı. Türkçe konuşan Kıbrıslılar üretim ilişkilerinden koparıldı. Yerleşimciler üretim ilişkilernin merkezine geldi. 2002’den sonra oluşturulan bu yeni sınıf yapısı ve burada kamu iktisadi teşebbüslerinin tasfiye süreci hız kazandı. Türkçe konuşan Kıbrıslılar nereyse tamamen memur yapıldı. Türkiye’den taşınan yerleşimciler ise işçi sınıfının ana kaynağı haline geldi. 2002’den özellikle Pakistan, Afrika’dan, Türkmenistan, Uzak doğu, Ukrayna ve Rusya’dan nüfus aktarımı gerçekleşmeye başladı. Bu yoksul ülkelerden yapılan nüfus aktarımıyla beraber Türkiye’den buraya getirilen Türkiyeli yerleşimciler sınıfsal anlamda tasfiye edildi. Onların yerine de Pakistanlılar,  Afrikalılar, Türkmenler, Uzak Doğulular istihdam edilmeye başlandı ve taşınan Ukraynalı ve Ruslarla birlikte de inşaat sektöründeki ev satışları arttırıldı. 2002’den sonra sınıflar yeniden oluşturuldu ve oluşturulmaya devam ediliyor. Türk sermayesinin artık çok güçlü bir pozisyonu var. Türkçe konuşan Kıbrıslıların üst sınıfının tasfiye edilmesi için yasalar çıkartıldı. Türk sermayesinin Kıbrıs’ın kuzeyine taşınması hız kazandı.

Kıbrıs ile bağı olmayan, hatta hiç gelmeyen insanlara Türkiye’de KKTC vatandaşlığı dağıtıyorlar. Bu insanlar kamu sınavlarına giriyor, sınavı geçenler Kıbrıs’ın kuzeyine geliyor. Bürokraside bugüne kadar Kıbrıs’ta böyle bir aktarım ve yoğunlaşma olmamıştı. Şimdi bürokrasiyi de dönüştürmeye başladı. Başörtüsü yasası sistematik olarak yapılan saldırılardan sadece bir tanesidir.

Anladım…Aslında Türkiye’deki sistemin yansıması gibi geliyor; Sömürgecilik… Peki buna karşı anti- kolonyal bir mücadele de gelişiyor diyebilir miyiz ?

Kesinlikle son dönemlerde benim vurgulamaya çalıştığım şey budur. Sorunun adı Türk Yerleşimci Kolonyalizmidir. İsrail’in Filistin’e yaptığı bir uygulamadır. Yöntemler arasında benzerlikler ve farklılıklar vardır. Türkiye’de Kıbrıs’a bunu yapıyor. Ancak bu teorik anlamda teorize edilmemişti. Bazı dostlarmız özellikle gazeteci Aziz Şah bunu dillendiriyordu. Kıbrıslılar Birliği bunu ifade ediyordu. Ben, bunu teorize etmeye çalışıyorum. Eğer sorunu tespit edebilirseniz, ona göre de direnişini yaparsınız. Kıbrıs’ın kuzeyinde son zamanlarda Türk kolonyalizmi ifadesi yüksek bir sesle ifade edilmeye başlandı.

Elbette siyasal duruşumu antikolonyal siyasal söylem ve yöntemüzerinden gerçekleştirmeye çalışıyorum. Vicdani red eylemlerinde, cumartesi yaptığımız eylemde bunu öne çıkarıyor ve tartıştırmaya çalışıyorum. Sivil itaatsizlik, anti kolonyalizm, Türk Yerleşimci Kolonyalizmi gibi konular üzerinden yaşadığımız sorunları tartıştırmaya çalışıyorum kendi yaşadığım coğrafyada. Çünkü biliyorsunuz anti kolonyal mücadele çeşitli yöntemle gerçekleşebilir. Türkçe konuşan Kıbrıslıların nüfusu az olduğundan dolayı ve burada 50 binden fazla silahlı asker-polisbulunduğundan ve coğrafyamızın küçük olmasından dolayı burada silahlı mücadele vermek imkansız. Dolayısıyla bağımsızlık mücadelesinin diğer bir aracı sivil itaatsizlik eylemleridir ve ben bütün yaptığım eylemleri Türk işgaline, Türk Yerleşimci Kolonizmine karşı sivil itaatsizlik eylemleri olarak tanımlıyorum ve tabiki de yaşadığım topluma da çağrıda bulunuyorum.  Türkçe konuşan Kıbrıslılar örgütsel ve kitlesel sivil itaatsizlik eylemlerini pratiğe geçirebilirse özgürlüklerini elde edeceklerdir. Ancak bu çok uzun ve zor bir yol, yolculuktur.

Sivil itaatsizlik eylemleri hangi boyutta? Toplumsal dokudaki yıpranmışlık ve çürüme göz önüne alındığında tepkiler yaygın mı, kitlesel mi ya da gelişiyor mu?

Şimdi elbette gelişmesi lazım. Bu ancak bilinç çalışmalarıyla olabilir. Bizdeki toplumsal çürüme aslında Rumca konuşan Kıbrıslıların mülkiyetinin çalınması ve Türkçe konuşan Kıbrıslılara bu hırsızlıktan pay verilmesiyle başladı. Buraya taşıdıkları nüfusa dağıttılar bu ganimeti ama Türkçe konuşan Kıbrıslılara da önemli bir pay verdiler. Yani çürüme ganimetin paylaşılmasıyla başladı. Mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesiyle…

Öte yandan 80’lerden sonra Türkiye’deki kumarhaneler de buraya taşındı. 90’larda bu daha da yoğunlaştı. Bununla beraber kumar, kara para, uyuşturucu gibi olaylar buraya taşındı. Türkiye’deki mafyalar buraya taşındı. Dolayısıyla burası Türkiye’nin bir lağım çukuruna döndürüldü.. Pis işlerini yaptıkları bir yer oldu. Tabii sivil itaatsizlik eylemleri bireylerin kendi başlarına yapabileceği eylemler olduğu gibi kitlesel bir şekilde de yapılabilir. Örgütsel bir şekilde de yapılabilir ki ben bu noktada yani bunun kitlesel bir şekilde insanlarımızı bilinçlendirerek Türkiye karşı bir özgürleşme hareketinin olması gerektiğini düşünüyorum. Kitlesel bir şekilde bütün insanların, yığınsal bir şekilde Türkiye’nin müdahalelerine, Türkiye’nin, Kıbrıs’ın kuzeyini kolonize etmesine karşı ses çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada hikayenin başındayız. Toplumda sivil itaatsizlik eylemleri dillendirilmeye başlanıldı.

Bunun başarılmasının önündeki engeller nelerdir?

Şimdi tabii cemaatimizin bu bilinci yok. Bizim Türkçe konuşan Kıbrıslıların aslında en büyük sorunlarından bir tanesi aydın krizidir. Aydınlarımız, Türkiye’nin bize yaptığı uygulamaları bir sömürgecilik biçimi olarak daha göremedi. Görenler ve buna tepki gösterenler vardır. Bu dostlarımız ağır bedeller ödedi. Ancak büyük bir çoğunluğu sorunu bu şekilde tanımlamıyor. Dolayısıyla bu bize büyük bir dezavantaj sağlıyor. Çünkü Türkçe konuşan Kıbrıslılara kuzeyde belirli imtiyazların verilmesiyle birlikte ciddi bir illüzyon” yaratıldı. Türkçe konuşan Kıbrıslı aydınlar kendilerini özne zannettiler. Ancak Türkiye, Türkçe konuşan Kıbrıslılara siyasilere çeşitli suikast girişimleri yaptı. 1989’dan 2004’e kadar ve etkileri oldu.Aydınlar, bunu görüp, işgalle hesablaşmayı tercih etmediler. Eden dostlarmız vardır. Bunun altını çizmek isterim.

 

Ne yazık ki akademide de bu tarz görüşlere yer verilmiyor. Böyle düşünen insanlar akademiye alınmıyor. Bu da bize büyük bir dezavantaj sağlıyor. Yeterli çalışmalar yapılmadığı için şu an böyle bir kitlesel bilinçten bahsetmek zor. Ancak küçük bir  çevre var ki bu bilince sahiptir ve bu bilinç doğrultusunda siyaset de üretiyor. AKP’nin, özellikle 2020’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale etmesiyle beraber tabii bu hassasiyet artmış durumdadır. Bu eylemlere katılım da artmış durumdadır. Özellikle başörtüsü konusuyla ilgili iki  büyük eylem gerçekleşti. Nüfusumuza göre ciddi bir katılım gerçekleşti. Birincisine 13 bin insan katıldı. İkincisinde de katılım çok yüksekti.

Burada bir şey sorabilir miyim; o eylemleri  takip etmeye çalıştım ama şu çok dikkatimi çekti; Denktaş ailesinin çocukları da eylemdeydi? Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Denktaş ailesi AKP tarafında tasfiye edildi. Biliyorsunuz; az önce de bahsettim; liderlik sürekli olarak Türkiye tarafından atandı, belirlendi. Türkiye, 1930’da İngiliz kolonyal döneminden bu yana seçimlerimize müdahale ediyor. 2003- 2004 Annan Planı sürecinde Denktaş ailesi AKP tarafında tasfiye edildi. Onun yerine Mehmet Ali Talat, Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri getirildi. Şimdi Denktaş ailesi tasfiye edildiği için ve hiçbir şekilde siyasal anlamda bir pozisyona getirilemedikleri için dolayısıyla bir taraf olmak zorunda kaldılar. Bu anlamda tabii bu din konusu da hassas bir meseleDenktaş ailesi laik bir ailedir. “Anavatana olan bağlılıklarını dile getiriyorlar ve ‘Anavatan’ diyor onlar ama bu başörtüsü konusunda  sağın bir kısmının da hassasiyeti var. Evet, bu olaya tepki gösteriyorlar. Ersin Tatar’ın eşi bile tepki gösterdi. Bu Türkiye ile ana bir çelişki içinde olduklarını göstermez. Sadece AKP ile bazı noktalarda ayrışıyorlar.

 

Anladım. Bir de Kıbrıs’ın muhalif medyasından söz etmek istiyorum. Son günlerde gazetecilere yönelik baskı ve tehditler gündeme geliyor. Orada neler yaşanıyor?

Burada muhalif medya ciddi bir saldırı altındadır. Özellikle 2018 yılında ciddi bir kırılma yaşadık. 2018 öncesi de Afrika/Avrupa Gazetesi’ne; Şener Levent ve oradaki arkadaşlarımıza davalar açılıyordu. 22 Ocak 2018’de Türkiye’nin buraya taşıdığı nüfus, Erdoğan’ın emriyle Afrika/Avrupa gazetesine saldırdı. Bilmiyorum, bunu gördünüz mü, orada gazeteciler öldürülmek istendi. İşte o gün orada ciddi bir kırılma yaşandı. Onun arkasından da 2020 seçimleri yapıldı.

Ondan sonra da Şener Levent’e TC vatandaşı olmamasına rağmen Ankara’da davalar açıldı. Ve Şener Levent suçlu bulundu. Bunun yanında Ayşemden Akın isimli gazeteci arkadaşımıza da Ankara’da davalar açıldı. Ayşemden’in sanırım TC yurttaşlığı vardır ve o da Ankara’da yargılandı. Tabi bu gazeteciler hiçbir şekilde Türkiye’de bulunmadı yargılanma sürecinde. Yani mahkeme süreci olurken buradaydılar. Onlar yargılandı ve onlara ceza verildi. Bunun yanında Ali Kişmir dostumuz gazeteci, aynı zamanda Basın-SEN sendikasının başkanıdır. Ali, 2020 seçimleri müdahalesine karşı bir yazı yazdı. Türkiye’nin buradaki elçisi, Ulusal Birlik Partisi’ne ait bazı milletvekillerini,  güvenlik kuvvetlerine ait Beyaz Ev adı verilen bir restoranda topladı. Bu muhalif milletvekilleri Türkiye’ye değil Ersin Tatar’a muhaliflerdi. Bunlar elçi tarafından uyarıldı. Ali bu uyarı konusuyla ilgili sosyal medyada bir yazı yazdı. Ve şu an Ali Kişmir 10 yıllık bir hapis cezası ile karşı karşıyadır. Tarihimizde bir ilktir zira bu dava da güvenlik kuvvetleri komutanlığının şikayeti üzerineıldı. GKK’nın başındaki komutan da Türkiye tarafından atanıyor.

 

Bunun yanında Ayşemden Akın arkadaşımız, Halil Falyalı’nın ilk adamı olan Cemil Önal ile mülakat gerçekleştirdi. Hollanda’da ve biliyorsunuz Cemil Önal da öldürüldü. O röportajda  AKP’nin kuzeyde yasadışı olarak yarattığı ortamla ilgili uyuşturucu, kara para ve AKP’li bazı siyasilere ait kasetler gündeme geldi ve siyasilerin bazı ilişkileri deşifre edildi.  Bu nedenle Türkiye’den Ayşemden’e bir telefon geldi ve Türkiye’den Ayşemden’i öldürmek için 3 kişinin Kıbrıs’a geldiği ifade edildi. Dolayısıyla Ayşemden de ölüm tehditleri alıyor. Bunun yanında Cenk Mutluyakalı, Serhat İncirli, Ersin Tatar’ın şikayeti üzerine yargılanmaya başladı. Dolayısıyla muhalif gazetecilere ciddi bir baskı söz konusudur. Selma Eylem hocamız var Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası Başkanı  Başörtüsüyle ilgili olarak muhalefetin örülmesinde önemli bir rol üstlendi diğer hocalarımızla birlikte. O da ölüm tehditleri alıyor. Şu an dolayısıyla Kıbrıslı gazeteciler ve Kıbrısmuhalifler ciddi bir tehdit altındadır.

Şunu da söyleyeyim. Son 9 ayda Türkiye’den Kıbrıs’daki iş adamlarına suikast yapmak için kişiler geliyor. Son 9 ayda 9 kişi geldi. Bunlar suikast işlemek için geliyorlar. Bunlardan sadece 2si tutuklandı. Bu da Halil Falyalı cinayetiyle başlayan yeni bir süreçtir. 1989’dan 2004’e kadar  hem Kıbrıslı siyasiler hem de Kıbrıslı işadamları  Türk derin devleti tarafından suikast girişimlerine uğramıştı ancak 2004’ten 2018’e kadar böyle bir şey çok yaşanmadı. 2018 Afrika/Avrupa Gezetesi saldırılarından itibaren, aslında Türkiye’deki siyasetle birlikte buradaki ortam da çok sertleşti.

 

Peki,  Türkiye iç siyasetindeki olası değişiklikler oraya yansıyacak mı? Diyelim ki Erdoğan gitti yeni bir hükümet geldi, Kıbrıs’ın kuzeyine ve sizin mücadelenize bu nasıl yansıyacak, ne tür etkileri olacak?

Ben şimdi biraz daha farklı bir noktadan bakmaya çalışacağım. Türk kapitalizmin gelişimini incelemeye çalıştım. Türkiye’deki Türk kapitalizminin başlangıcı 1950’liler Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönem. Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgilenmeye başladığı dönem de o dönemdir aslında. Şimdi Türk kapitalizminin gelişimiyle birlikte Türkiye’deki siyasal süreç de paralel bir şekilde gelişiyor.  Özellikle 2016’da Türkiye Varlık Fonu’nu ilan etti. Türkiye neoliberalizm ve devlet kapitalizmi arasında bir yerdeydi. Neo liberal ekonomik modeli takip ederken Devlet kapitalizmini andıran uygulamalar yapılmaya başlandı Gezi Park’ı eylemlerinden sonra. Son dönemde TÜSİAD’ın başkanı ve yönetim kurulundan 1 kişiye davalar açıldı. Türkiye’de Siber Güvenlik Daire Başkanlığı kuruldu. Bu da şirketlere yönelik bir adımdı. Yani verilerin verilmemesinden dolayı patronların tutuklanabilme ihtimali var.

Gördüğüm kadarıyla AKP şirketlerin yönetim kurullarına kendi partililerini de atamaya başladı. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını da ben Türk kapitalizminin gelişimine bağlıyorum çünkü AKP ile birlikte Türk kapitalizmi çok ileri bir seviyeye geçti. Bugün AKP’nin, Türkiye’nin Suriye’de, Afrika’da da koloni politikaları var. Aslında Asya’da da koloni politikaları var . Dolayısıyla İmamoğlu’nun tutuklaması önemli bir sürecin de başladığının göstergesidir.

 

Yani Türkiye neo liberal ekonomik modelden koptu. Devlet kapitalizmine geçti. Türkiye’nin Devlet kapitalizmine geçmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi neoliberal kapitalizmdeki krizdir. Bütün dünyada neoliberal ekonominin krize girmesiyle Çin ve Rusya ön plana çıktı. Hatta batı ülkeleri de devlet kapitalizmine geçiyor. Dolayısıyla devlet kapitalizminin öngördüğü bir hukuk biçimi, devlet kapitalizminin öngördüğü bir kültür, siyaset biçimi var. Şu an hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılan siyasal ortam devlet kapitalizminin dayattığı bir yaşam biçimidir. Devlet kapitalizmi totaliter sistemler yaratmaktadır. Parti ve partinin başındaki kişi mutlak bir güce ulaşmaktadır. Türkiye devlet kapitalizmine geçti ve bu uzun bir zaman daha böyle gidecek gibi görünüyor. Dünyada da böyle gidecek. Bu anlamda Türkiye’deki iktidar değişse de Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir şey değişmeyecek. Aynı şekilde Türkiye’de de değişeceğini düşünmüyorum. Çünkü bunu ekonomik ilişkiler üzerinden değerlendiriyorum. Bugün CHP’ye baktığınız zaman, Ekrem İmamoğlu İstanbul belediye başkanı olduğunda makamına bir imam getirdi ve imam makamda dualar okudu. Siz bunları 2002 öncesi göremezdiniz. Dolayısıyla AKP Kemalizm’i yeniden tarif etti. Atatürkçülüğü yeniden tanımladı. Kemalizm’i siyasal İslam ile karıştırdı. Yani Türkiye artık başka bir noktadır ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hayatın her alanında direnişi örmek zorundayız. Tarih karşısında kendi cephelerimizi oluşturarak, ezilenler için alternatif yaratmak zorundayız. Bu tarihsel süreçte bu sorumluluğu almalıyız.

 

İlginizi Çekebilir

İsrail savaş uçakları Yemen’e hava saldırıları düzenledi
Pınar Gültekin davası: Yargıtay’dan ‘canavarca his yok’ kararı

Öne Çıkanlar