Merdan Dirlik: Türkiye’nin Suriye Politikası; Stratejik Hesapların Çöküşü

Yazarlar

Türkiye’nin Suriye iç savaşında izlediği politika, desteklediği grupları Kürtlere karşı bir araç olarak kullanma üzerine kuruluydu. Ancak bu strateji, hem sahadaki gelişmeler hem de uluslararası dinamikler nedeniyle ciddi bir yenilgiye uğradı. Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), bu süreçten ders çıkarmış gibi görünüyor ve Türkiye’nin beklediği şekilde Kürtlere değil, doğrudan Esad rejimine ve Suriye hükümetine yönelmeyi tercih etti.

Türkiye’nin temel hedefi, Esad rejimini tamamen devirmekten ziyade zayıflatmak, rejimi Kürtlere karşı ortak bir pozisyona getirecek bir noktada tutmaktı. Bu strateji, Esad’ın güçsüzleşmesi ve Halep çevresiyle sınırlı bir siyasi ve askeri çerçeve içerisinde hareket etmesini sağlamayı amaçlıyordu. Böylece HTŞ, Türkiye’nin kontrolü altında kalacak ve Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) yedeğinde hareket eden bir grup olarak varlığını sürdürecekti. Bu durum, Türkiye’nin hem sahada hem de Rusya ve İran gibi aktörlerle ilişkilerinde avantaj sağlamasını mümkün kılacaktı.

Ancak HTŞ’nin Türkiye’nin politikalarını altüst eden bağımsız bir strateji geliştirmesi, Türkiye’yi ciddi bir çıkmaza sürükledi. HTŞ, Türkiye’nin paramiliter güç olarak sahada kullandığı diğer grupları yalnız bırakarak, doğrudan Esad rejimini hedef aldı. Bu durum, Türkiye’nin ilk darbeyi almasına neden oldu çünkü Türkiye’nin desteklediği paramiliter grupların savaş kapasitesi son derece sınırlıydı ve Kürtlere karşı başarılı olma ihtimalleri düşük kaldı.

Türkiye’nin Suriye’de uzun vadeli hedeflerinden biri, Halep çevresindeki güçler eliyle 30 kilometre derinliğinde bir tampon bölge oluşturmak ve bu bölge üzerinden Rojava’yı daraltıp sıkıştırmaktı. Ancak HTŞ, bu tuzağa düşmek yerine Türkiye’nin planlarını boşa çıkardı. Türkiye, kurmayı hedeflediği tampon bölgeyi oluşturamadığı gibi, bu planın çökmesiyle ikinci büyük darbeyi almış oldu.

Türkiye, kendi desteklediği grupları Rojava ile HTŞ’yi karşı karşıya getirmek için provoke etti. Ancak Rojava, bu provokasyona karşı dikkatli bir strateji izledi ve HTŞ ile çatışmaya girmedi. Bunun yerine gücünü konsolide ederek sınırlarını genişletmeyi tercih etti. Bu durum, Türkiye’nin sahada aldığı en büyük darbelerden biri olarak değerlendirilebilir.

Son dönemde dikkat çeken bir diğer gelişme, ABD ve Batı’nın HTŞ’yi neredeyse “ılımlı İslam’ın temsilcisi” olarak lanse etmeye başlamasıdır. Geçmişte Batı, Erdoğan’ı da “ılımlı İslam”ın bir temsilcisi olarak sahneye sürmüştü. Ancak Türkiye, Osmanlı mirası ve emperyal dürtülerle hareket ederek bu rolü terk etti ve İslamcı bir ideolojiyi bölgesel bir güç arayışıyla birleştirip bölgeye savaşı ihraç eden bir misyon üstlendi. Bu strateji, IŞİD’in yenilgisi ve Kürt direnişinin güçlenmesiyle başarısızlığa uğradı.

Bugün ise Batı, daha dar kapsamlı bir rol biçerek HTŞ lideri Cevlani’yi sahaya sürüyor. Cevlani, geçmişte El Kaide ve IŞİD ile bağlantılı olmasına rağmen, son yıllarda bu bağlantıları reddederek Batı’ya ılımlı mesajlar vermeye başladı. HTŞ’nin Batı’ya tehdit oluşturmadığını ve Batı’yı düşman olarak görmediğini söylemesi, bu stratejinin önemli bir parçasıdır. Bu gelişme, Erdoğan’ın HTŞ’yi Batı’ya karşı bir terör kartı olarak kullanma imkanını da elinden almış görünmektedir.

İslam, siyasi bir kimlik olarak genellikle milliyetçi bir eylemi de içinde barındırır. HTŞ’nin Batı tarafından kabul gören bir yapı haline gelmesi ve Suriye’nin siyasi yapısını belirleyecek bir güce dönüşmesi, bölgesel dengeler açısından önemlidir. Ancak bu durum, Erdoğan’ın elindeki Kürtlere karşı kullanabileceği ve bölge liderliği için zemin oluşturacak bir araç olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.

Son dönemde, Türkiye’nin Suriye politikasında yaşanan gelişmeler, uzun vadeli stratejik hataların yansıması olarak değerlendirilebilir. Özellikle Türkiye’nin destekleyip kontrol etmeyi amaçladığı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) gibi örgütlerin artık kendi bağımsız güç dinamiklerini oluşturması ve Türkiye’ye rakip hale gelmesi, bu politikaların başarısızlığını gözler önüne sermektedir.

Türkiye, uzun süredir HTŞ’yi bir araç olarak kullanarak bölgedeki etkisini artırmaya çalışmıştır. Ancak son bir hafta içerisinde HTŞ’nin Türkiye’nin etkisinden çıkarak bağımsız bir güç haline geldiği ve Türkiye için tehdit oluşturduğu açıkça görülmektedir. Bu durum, Türkiye’nin Suriye’deki oyun kurucu pozisyonunu zayıflatmakla kalmamış, aynı zamanda HTŞ’nin Türkiye’nin çıkarlarına zarar veren bir aktör olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Türkiye’nin siyasi çözüm için görüşmek istediği Esad rejimi, bugün itibarıyla gücünü kaybetmiş ve işlevsiz bir aktöre dönüşmüştür. Esad rejimiyle görüşmek artık Türkiye için stratejik bir anlam taşımamaktadır. Ancak bu durum, Türkiye’nin Suriye politikasını daha da çıkmaza sokmaktadır, zira Türkiye, Esad’a karşı mücadelede kullandığı cihatçı gruplarla karşı karşıya kalma riskiyle karşı karşıyadır.

Türkiye’nin, Suriye sahasında etkisini artırmak için bir dönem işbirliği yaptığı Rusya ve İran, bugün Türkiye’den daha fazla ödün talep edecek bir konuma gelmiştir. Her iki ülke, Türkiye’nin HTŞ ve diğer cihatçı gruplar üzerindeki etkisini kaybetmesini avantaja çevirerek, Türkiye’den bu gruplara karşı doğrudan harekete geçmesini isteyebilir. Ancak Türkiye’nin cihatçı gruplara savaş açması durumunda, bu grupların Türkiye içinde ciddi güvenlik sorunlarına yol açması olasıdır. Özellikle Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyeli göçmenin ne kadarının uyuyan hücreler biçiminde örgütlü olduğu belirsizdir. Bu belirsizlik, Türkiye’nin iç güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

Türkiye’nin Suriye politikasında kullandığı çoklu stratejik araçlar, bugün itibarıyla aleyhine dönmüştür. HTŞ’nin bağımsız bir güç haline gelmesi, Türkiye’nin Suriye, İran ve Rusya karşısında önemli bir kozunu kaybetmesine yol açmıştır. Rusya ve İran, diplomatik ve siyasi manevralarla Türkiye’nin bölgedeki etkisini daha da sınırlayacak bir pozisyona gelmiştir. Türkiye’nin bu aktörlere sunabileceği bir stratejik avantaj kalmamış, dolayısıyla bölgede bir oyun kurucu olmaktan ziyade, büyük güçlerin kurduğu oyunun bir piyonu haline geldiği ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin yıllardır yürüttüğü politikaların nihai sonucu, bugün bir çıkmazla yüzleşmektir. HTŞ’nin güçlenmesi ve Türkiye’nin kontrolünden çıkması, Suriye sahasında Türkiye’nin ciddi bir kaybı olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin politikalarının başarısızlığını anlamakta gecikmesi ve bu başarısızlığı bir zafer gibi sunmaya çalışması, gerçeklikten kopuşu gözler önüne sermektedir. Ancak tarihsel bir gerçeklik vardır: “Rüzgar eken fırtına biçer.” Türkiye’nin Suriye politikalarında ektiği hataların sonuçlarını bugün fırtına gibi biçmekte olduğu açıktır.

Bu gelişmeler ışığında, Türkiye’nin bölgedeki politikasını yeniden gözden geçirmesi ve çok yönlü bir stratejik dönüşüme ihtiyaç duyduğu açıktır. Aksi takdirde, bölgede bir aktör olmaktan tamamen uzaklaşması kaçınılmazdır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye politikasında izlediği strateji, kendi eliyle oluşturduğu dinamiklerin kontrolünden çıkmasıyla başarısızlığa uğramıştır. Esad rejimi güç kaybetse de bu durum Türkiye için stratejik bir avantaj sağlamamış, aksine Türkiye’nin aldığı darbelerin büyüklüğünü artırmıştır. Kürtlerin daha da güçlenmesi, Türkiye’nin beklemediği bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır.

Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin bölge politikasında darbe vurmak isterken en büyük darbeyi kendisinin almasına yol açmıştır. Türkiye, kazdığı kuyuya düşmüş, rüzgar ekerken fırtına biçmiştir.

İlginizi Çekebilir

Trump’tan Ukrayna ve Rusya’ya acil ateşkes çağrısı
İsrail ordusu, Suriye ile arasındaki tampon bölgeye asker konuşlandırdı

Öne Çıkanlar