Nuri Fırat: Erdoğan’ın hesapları; 15 Şubat ya da Trump’ın tersi!

Yazarlar

Türkiye bir yandan Öcalan ile İmralı’da görüşmelere devam ediyor, öbür yandan Rojava’yı haritadan silmek için her şeyi yapıyor. Ve nihayet Trump da geldi. Bundan sonra ne olacak?

Türkiye, Rojava’ya dair daha Trump başkanlık koltuğuna oturmadan önceki zamanda yürürlüğe koyduğu siyasetine devam ediyor. Bu siyaset net: Trump’la Suriye pazarlığına oturduğunda ortada konuşulacak bir Rojava meselesi kalmalalı! Trump’la pazarlık ne zaman, henüz net değil, ama Türkiye ajandasına bağlı, bunun için de ikili oynuyor. 

Türkiye’nin birinci hamlesi, yaklaşık iki aydır SMO aracılığıyla sürdürdüğü işgal harekâtı. Ama Türkiye Tişrin Barajına takılmış durumda. Kürt direnişi güçlü ve ABD hala caydırıcı bir faktör. 

Esasında sahadaki gerçekler, Türkiye’nin cihadist terör örgütü SMO örtüsü altında askerlerini ve savaş araçlarını sahaya sürdüğünü gösteriyor, ama mesela Afrin işgalindeki gibi ordusunu tam kapasite sahaya sürebilmesi ve ABD’nin caydırıcılığını aşabilmesi için Trump’ın onayı lazım. Türkiye umutlu. 

Trump’la pazarlığa kadar, Tişrin’de sivillerin pervasızca bombalanmasında görüldüğü gibi, Türkiye gözü kara devam edecek. İlk hedef Kobani ve sonrası için de planı var. Bunu başaramazsa Trump’ı bıktırmak üzerine bir diplomasiyi düşünüyor, birazdan değineceğim. Ama bu arada Türkiye ikinci bir hamle olarak İmralı’da mesai yapıyor. 

Erdoğan İmralı’dan kesin şekilde, PKK’den daha öncelikli olarak, SDG’nin silahsızlanması için çağrı bekliyor. Dün S. S. Önder ve Pervin Buldan’dan oluşan İmralı Heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan ile uzun bir görüşme yaptı. Bu görüşme öncesinde AKP çevrelerinde bahsettiğim gibi Öcalan’ın kesin, kısa ve net bir çağrıyla PKK’ye, SDG’ye ve PJAK’a silahsızlanma çağrısı yapacağına dair propaganda yapıldı. Öbür yandan ise, AKP’yle mesafeli olan ve fakat ABD kaynaklarına yakın duran bazı gazeteciler tarafından ilginç bir iddia gündeme getirildi. Bu iddiaya göre; Öcalan 15 Şubat’ta bir açıklama yapabilir, genel olarak Türkiye ile bir mutabakat var ve diplomatik zemin de gayet uygun. 

Doğrusu, AKP çevrelerinin propagandalarını basit psikolojik harp çabası olarak görüp bir kenara koymakta fayda var. Ama diğer iddianın ne derece gerçekçi olduğunu anlamak için ise mevcut politik verilere bakmak gerekecek ve yanı sıra biraz daha beklemekte fayda var. Zira herkes bir şeyler söylüyor, ama sürecin odağındaki Öcalan’dan hala net bir açıklama gelmiş değil. İlk açıklamada genel bir çerçeve vardı, ikinci görüşmenin ardından bizzat Öcalan’ın açıklaması bekleniyordu, ama olmadı, onun yerine heyetin kısa bir açıklaması geldi. Bu ilginç elbette. Bu arada Mezopotamya Haber Ajansı, Öcalan’ın görüşmede söylediklerine dair birkaç başlığı paylaştı ve en dikkat çekici olanı şuydu: Daha katedilecek çok yol var! 

Bu başlığa bakılırsa, hem hükümetin propagandalarının yersiz olduğu hem de 15 Şubat tarihine dair ileri sürülen iddialar için hala beklemek gerektiği ortaya çıkıyor. Zira İmralı’dan somut bilgi yok, ne konuşulduğu bilinmiyor ve Türkiye’nin ısrarla öne sürdüğü Rojava-SDG’ye dair bir sonuca varmak için hiçbir veri bulunmuyor. 

Bu somut gerçekliğe rağmen, büyük bir beklenti haline getirildiği şekliyle Öcalan’dan yakın zamanda bir çağrı gelebilir. Ama bu çağrının nasıl olacağı önemli. Öcalan PKK için çağrı yapabilir, bu mümkün. Ama SDG ayrı bir konu, zira sadece İmralı-Türkiye değil başka faktörler var. SDG’ye çağrı olsa da, hesap-niyet farklı olabilir. 

Şu net: Öcalan, 2013-2015 aralığındaki Çözüm Sürecinde birlikte epey mesai harcadığı eski MİT başkanı ve şimdinin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın arzuladığı gibi bir açıklama yapmayacak, yani SDG kendini lağvetsin demeyecek, birazcık Öcalan’ı tanıyanlar bunun böyle olmayacağını muhtemelen bilir. Bunun yerine muhtemelen Öcalan’ın SDG hakkındaki çağrısı Suriye ordusuna entegre olması yönünde olur, en fazla bu beklenebilir. Bu durumda da Öcalan’ın kastettiği ile Fidan ve Erdoğan’ın beklediği şeyin aynı olmayacağını söylemek mümkün; aksine şayet SDG ile ilgili Öcalan’ın çağrısı olacaksa, büyük ihtimalle SDG Komutanı General Mazlum Abdi’nin kastettiği çerçevede olacağı şimdiden söylenebilir.

Yani SDG’nin özerk yapısını korumak kaydıyla Suriye ordusuna entegre olması çerçevesinde bir açıklama beklenebilir ve bunu zaten Mazlum Abdi de istiyor, HTŞ ile pazarlıklarda önemli bir başlık bu. Ve SDG ile ilgili bu başlık doğrudan Rojava’nın özerk statüsünün kabul edilip edilmeyeceğine dair daha geniş ölçekli bir pazarlığın konusudur. Haliyle İmralı’da bunun konuşulduğu ve SDG’nin durumunun da bu çerçevede ele alındığı kaydedilebilir. Hala “katedilecek çok yolun olması”, biraz bununla da ilgili denebilir, yani çetin bir başlık… 

Suriye’deki reel politik dengeler ve şartlar ile Öcalan’ın SDG ve Rojava’ya dair hesapları, büyük oranda Türkiye’nin “İmralı şantaj siyasetini” tıkayacak gibi. Herşeyden önce Öcalan, Erdoğan ve tayfasının günlerdir propaganda ettiği gibi hiç de kolay lokma değil. Türkiye siyasetini değiştirirse gelişmeler pekala başka olur, ama MGK’nin Kırmızı Kitabının güncellenmesinden de anlaşılacağı üzere pek bir değişikliğin olmayacağı net. Herşeye rağmen Erdoğan’ın İmralı’dan beklentisi olduğu görülüyor, sonucun ne olacağını yakında göreceğiz. İmralı’daki pazarlık ile Erdoğan’ın Trump hazırlığı ise doğrudan ilişkili. 

Şayet Erdoğan İmralı’dan elini rahatlatan bir sonuç elde edebilirse Trump’la daha rahat bir Suriye pazarlığı yapabilir, hatta buna gerek bile kalmayabilir, nihayetinde “Kürt pürüzü” olmayınca Türkiye Colani’nin Suriye’sini ABD-İsrail ortaklığına daha rahat pazarlayacaktır. Ve lakin, belirttiğim gibi, Erdoğan’ın İmralı’dan istediğini almama ihtimali daha yüksek. Ama aldığını varsaysak bile, bunun sahadaki karşılığı epey zor olacak. Zira SDG’nin yeni Suriye’deki geleceği konuşulduğunda gözetilmesi gereken başka önemli faktörler var; mesela SDG’nin halihazırdaki ortağı ABD, ABD’nin desteklediği İsrail, İsrail’in “makul hale” getirmeye çalıştığı Suriye’nin cihadist yönetimi ve cihadist HTŞ’nin arzuladığı gelecek vs… Bu arada cihadist HTŞ’nin gelecek projesi, her şeyden önce Öcalan’ın dünya görüşüyle ve onu lider kabul eden Rojava’daki siyasi yapının siyasi tahayyülleriyle hiçbir şekilde uyuşmuyor ve bu bile Rojava ile ilgili çözüm arayışlarında kesinlikle bir dengenin sağlanmasını şart koşuyor, aksi durumda çatışmanın kaçınılmaz olacağını öngörmek hiç de zor değil…

HTŞ ile Rojava yönetimi arasındaki görüşmeler de Türkiye’deki sürece kilitlenmiş durumda. HTŞ Rojava ile ilgili tek başına karar verebilecek durumda değil; Colani topu Erdoğan’a atmış gibi, daha doğrusu HTŞ yönetiminin Türkiye ile ABD’nin pazarlığında ortaya çıkacak sonuca göre tavır belirleyeceği söylenebilir. Burada da zamana oynanan bir süreç var. 

İş dönüp dolaşıp Trump’la pazarlığa çıkıyor. Zira Türkiye ne sahada ilerleyebiliyor ne de İmralı’da istediğini henüz alabildi. Ama her şeye rağmen Erdoğan gözü kara şekilde Rojava’yı istiyor. Peki, Erdoğan’ın Trump’la pazarlıktaki şansı ne, Erdoğan’ı umutvar kılan ne?

Erdoğan, Trump’la dost ve kafa dengi olduğunu ve alışageldik diplomasi teamülleri dışında iş bağlayabileceğini düşünüyor, hatta 2019’da Serê Kanî işgalinde bunu yaptılar, bir daha neden olmasın! Bir de Elon Musk ile kontaklar da var, hatta kitabını hediye etmişti, belki Musk etkilenmiştir, daha ne olsun! 

Ama işte gerçekler bu kadar “duygusal” değil, bunlar yeterli görünmüyor, dahası lazım. 

Erdoğan’ın da Trump’ın da pragmatist olduğu, siyasete ticaret gözüyle baktıkları doğru. Erdoğan’ın Trump’la Kürt pazarlığındaki en büyük kozu bu olsa gerek. Erdoğan’ın ikinci olarak bizzat Trump’ın dış siyaset anlayışından hareket edeceği söylenebilir. Peki, bu ne?

Trump’ın önceliği ABD iç siyaseti olacak, zaten hızlı bir giriş yaptı ve seçim dönemindeki vaatlerine uygun olarak peşpeşe pek çok kararnameyi imzaladı. Dolayısıyla Trump’ın ABD’yi yeniden “great” yapma hedefi büyük oranda iç siyasetle ilgili. Dış siyaset hamleleri de bu ana hedefe hizmet ettiği oranda ilgisini çekecektir. Bu şu demek: 

Trump dış siyasetin içteki hamlelerini sekteye uğratmasını ya da dikkatini dağıtmasını istemiyor. Dış siyasette mümkün mertebe sorunsuz hareket etmeyi tercih edecektir. Bu yüzden dış siyasette kestirme ve sonuç alıcı tüccar-gangister hamlelerine ağırlık verecek, yani heru meru!

Nitekim Trump İsrail-Hamas anlaşmasında bunu yaptı ve sonuç aldı. Rusya’ya da aynı şekilde mesaj verdi: Ya bir an önce oturup Ukrayna meselesini çözeriz ya da bedeli ağır olur! Diplomasiyi minimalize eden bir tarz ve sonuç alma ihtimali var. Şayet Rusya denklemden çıkarsa, ki Trump bundan neredeyse emin, Trump’ın dış mesaisi de azalır; daha doğrusu iç siyasetteki hedefine hizmet etmeyen, para ve zamana mal olduğunu ve dikkat dağıttığını düşündüğü dış siyasi gelişmeler açısından bir yolunu bulup Rusya’yı ajandasından çıkarmak istiyor. 

Muhtemelen Trump’ın dış siyasetteki esas odağı bir bakıma takıntı haline getirdiği Çin olacak, ki bu iç siyasetteki ekonomi ve refah vaatleriyle yakından alakalı, haliyle şaşırtıcı değil. Ortadoğu’ya gelince, Trump’ın dış siyasetinde en fazla üçüncü önemli başlık olabilir, ki bu da İsrail-İran savaşı dolayısıyla… 

İşte Trump’ın bu yaklaşımını Erdoğan da okuyordur ve bunu bir fırsata çevirmeye çalışacaktır. Kestirmeden, Nevşin Mengü basitliğiyle söylersem, “baba şu Colani’yi ve Kürtleri bırak bana, gerisini dert etme, hem böylece hiç para harcamana da gerek kalmayacak, o iş bende, İsrail’in güvenliğini de sağlarım, zaten bugüne kadar her türlü ticareti yapıyorum, bu da garantisi, yani benim babam seni her türlü tatmin-temin ederim!”

Açıkçası Trump’ın böyle bedava bir taşeronluğa hayır dememesi beklenir. Ama bu o kadar da basit görünmüyor. Zira işin içinde İsrail var. Trump İsrail için her şeyi yapar, İsrail de Trump’ın sağlayacağı bu krediyle son bir buçuk yıldır yürüttüğü stratejinin tam başarısı için daha aktif olacak ve doğrudan hedef İran. Haliyle bu mesele daha çok gündemde kalacak ve bu da Trump’ın istemese bile dikkatini bu bölgeye vermesi gerektiği anlamına geliyor. Türkiye ve Colanisi ise, İsrail’in hayati önem verdiği ve Trump’ın koşulsuz desteklediği stratejiyi sabote etme potansiyeline sahip. 

Trump’ın kadrosu, tastamam İsrail yanlısı ve Türkiye’nin tekinsizliğini bilen bir kadro. Colani şimdilik makul, ama Trump’ın Dışişleri Bakanı’nın dediği gibi “FBI’in taramasından” geçemeyecek kadar da şüpheli. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail için güvenli bir forma – geleceğe kavuşturulması şart. En azından İsrail İran hedefine kilitlenmişken çelme yemek istemiyor ve zaten Esad düştüğü günden beri cihadistlere gerekli mesajları da veriyor. Kısaca, ABD dışişleri ve ulusal güvenlik kadrosu için bunlar söylenebilir. 

İsrail’in güvenliği, yeni Suriye’nin cihadist yönetiminin tehlike potansiyeli, Türkiye’nin cihadizmi destekleyen tekinsizliği, kendi başına kararlar verme alışkanlığı olan Trump’ı muhtemelen daha fazla Pentagon ve Dışişleri kadrolarını dinlemeye zorlayacak. Hal böyle olursa, bu durumdan sadece İsrail değil, Kürtler de faydalanabilir. Zira ABD için hala en güvenilir ortaklardan biri Kürtler ve bütün belirsizliğine rağmen Trump’ın bu ortaklığı sonlandıracağını gösteren net emareler hala yok, aksi emareler ise var. Haliyle Kürtlerin heline olabilecek bir şey Erdoğan’ın işini yokuşa sürecektir. Muhtemelen Suriye’de önümüzdeki günlerde göreceğimiz tablo bu şekilde olacaktır. 

Erdoğan ise, Kürtsüz bir Suriye için ısrarcı olacaktır, bu yüzden de bıktırıncaya kadar Trump’ın başının etini yemeyi deneyecek, Musk’ı da devreye sokacak, her türlü tavizi vermeye razı olacak: Yeter ki Kürt anasını görmesin! İşte bu durumda Erdoğan’ın, Trump’ın kestirmeci tavrının öbür yüzüyle karşılaşma ihtimali var. Trump, Erdoğan’a da Putin’e dediği gibi seslenebilir: Ya sorununu çöz ya da sonuçlarına katlan! Bu Trump’ın tersi oluyor, aslında Erdoğan bunun ne demek olduğunu biliyor, hani 2019’daki “Aptal olma!” meselesi… Zaten bir süre önce de Trump bu minvalde bir açıklama yaptı, üstelik Erdoğan’ı “överken”…

Kürt-Türk-Suriye meselesi İsrail’i ilgilendirdiği oranda Trump’ın gündemine girer. İsrail olmasaydı Trump “Ne haliniz varsa görün” derdi, aslında dedi de, ama işte İsrail olunca tümden sırtını da dönemiyor ve burada İsrail’e göre tutum almaya devam edecek. Bu durumda açıkçası Erdoğan’ın “kafa dengi olmak” üzerine kurguladığı siyaset işe yaramıyor. Belki de 15 Şubat acelesi bundandır! Ama orada da daha “katedilecek çok yol var.”

NOT: 15 Şubat aynı zamanda Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye teslim edildiği gün, 1999’da. Şayet İmralı’da bu tarihte bir açıklama olursa epey ilginç olur… 

İlginizi Çekebilir

Cafer Solgun: Yaşıyoruz işte…
Fuad Hüseyin: Rojava’ya olası bir operasyon ciddi tehlike oluşturur

Öne Çıkanlar