Twitter’da 26 Eylül’de başlayan ve iki gün süren bir anket yaptırdım. 6 bin 112 kişi katılmıştı. ‘Adalet yok’ diyenlerin oranı yüzde 92.2, ‘var’ diyenlerin oranı yüzde 7.8 çıkmıştı.
Bugünlere nasıl bir süreçten darbelerden, OHAL dönemlerinden geldiğimizi hatırlamakta yarar vardır.
Darbelerde ve olağanüstü rejimlerde basın susturulur, özgürlükler yok edilir, adalet siyasallaşır. Hukuksuzluk haksızlık işkence kötü muamele yaşam hakkı ihlalleri artar.
İşte böylesi günlerde dayanışma önemlidir, direnenlere güç verir. Dayanışmanın ulusal ve uluslararası olması daha da önemlidir. Siyaset sivil toplum, sanat dünyası, aydınlar vicdanlarının sesini yükseltmelidirler.
Türkiye gibi on yılda bir askeri darbe yaşayan örfi idare ve Olağanüstü hal ile yönetilen bir ülkede yakın tarihimizde bu dayanışmanın çok güzel örnekleri vardır.
Seksenli yıllardı; sıkıyönetim rejiminde doksan gün gözaltılarda yüzlerce sanıklı toplu davaların iddianameleri yazılıyordu. İnternet yoktu. Baro odasında bulunan fotokopi makinesi bile lükstü.
Biz daktilonun başına geçer tuşlarına vurarak, kopya kağıtları koyduğumuz yüzlerce sayfa savunmalar hazırlardık. O zaman Askeri Başsavcı Süleyman Takkeci vardı. Astığı astık kestiği kestikti.
12 Eylül askeri darbesi sonrası tüm partiler kapatıldı.Generaller üniformaları ile meclis koltuklarına oturdular. Sıkıyönetim bildirileri ile başta DİSK Barış Derneği TÖB-DER olmak üzere sendikalar dernekler sivil toplum kuruluşları kapatıldı ve mallarına el konuldu.
Toplu tutuklamalar kitlesel yargılamalar için 1.Ordu Selimiye Kışlası yetmeyince ,önce Topkapı’da Atatürk Öğrenci Yurdu Spor Salonunda duruşmalar başladı. Sonra Metris kışlasında büyük bir duruşma salonu yaptılar.
Darbe koşullarına rağmen bu davalara yurt dışından siyasetçiler, sendikacılar, hukukçu kuruluşları geliyor dayanışmada bulunuyorlardı. Genç bir avukat olarak onları karşılar duruşmalara birlikte giderdik.
Doksanlı yıllara geldik. HEP kapatıldı, ÖZDEP kapatıldı. AİHM’de başvurularını yapmıştık.
DEP’in hukuk müşaviriydim; dokunulmazlıkların kaldırılmasının görüşüldüğü günlerdi. Meclis muhalefet kulisine gitmiştim, noteri çağırdık her ihtimale karşı tüm milletvekillerinin vekaletlerini çıkarmıştık.
İlk dokunulmazlığı kaldırılan Orhan Doğan ile Hatip Dicle oldu. Anayasaya göre bir hafta içinde itiraz hakkı olmasına rağmen karar kesinleşmeden,Meclis kapısında gözaltına alındılar.
Polisler askerler Meclisi sarmıştı. Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral yazı yazmıştı, dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerini derhal göz altına alınız.
Orhan Doğan’ın zorla başının bastırılarak gözaltına alınması, bunu yapan polislerin gözlerine siyah bant çekilmesi resimleri dünya basınına düşmüştü.
Hemen Emniyete gittim biz Orhan Doğan ile yakın arkadaştık. Çok önceleri ne olur ne olmaz diye birbirimize vekalet vermiştik. Görüşmede mecliste görüşülecek üç fezlekesinin daha olduğunu, meclise bu koşullarda gitmek savunma vermek istemediğini söyledi.
Hatip Dicle aynı şekilde karar verdi. Meclise bir daha bu koşullarda gitmek istemiyorlardı.
Çiller’in Başbakan, Demirel’in Cumhurbaşkanı, Cindoruk’un Meclis Başkanı olduğu günlerdi. Tak-şak Paşa ile Çiller ‘’PKK’lıları Meclisten atacağız’’ diye naralar atıyorlardı.
Sonra diğer milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, 15 günlük uzun bir süre ile gözaltına aldılar .İtiraz ettik sonuç alınmayınca AİHM başvurduk.
Sakık ve diğerler ile ilgili Türkiye kararı ile uzun gözaltıdan ihlal kararı verildi .DEP’in kapatılması davası da Anayasa mahkemesinde hızlandırılmıştı.
Yurt içinden çok cılız muhalefet sesleri çıkıyordu. Yurt dışından inanılmaz bir dayanışma vardı. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği milletvekilleri, basın hukukçu kuruluşları,sivil toplum örgütleri dayanışma için geliyordu.
Başta Paris, Brüksel, Londra baroları olmak üzere onar kişilik bir uluslararası savunma grubu kurmuştuk. Dünya İnsan Hakları Federasyon Başkanı gibi önemli isimler dayanışma gösteriyordu.
Meclis Başkanı Cindoruk yurt dışındaydı, dönmüştü görüştüm durumu anlattım. Dokunulmazlık kararları kesinleşmeden gözaltıya tepki göstermiş, yurt dışında zor durumda kaldıklarını söylemişti.
Sedat Yurtdaş ile Selim Sadak’ın kararları kesinleşene kadar gözaltına alınmalarını engellemişti. Bana-‘’ şu benim ev telefonum hangi saatte olursa ara üstadım’’ demişti. Yassıada yargılamalarının savunma avukatı olduğu için durumu biliyordu.
Başsavcı idam cezası istemiyle Ankara DGM’de dava açmıştı. Basın kısmen yazabiliyordu. Kürt basını Özgür Gündem susturulmuş bombalanmış gazeteciler öldürülüyordu.
Ulucanlar Cezaevine gidip geliyorduk. Ankara DGM’de duruşmalar başlamıştı.
Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral ile biz avukatlar sürekli mücadele içindeydik. Avukatlarla görüşmez,dilekçelerini almaz,duruşmadan atılması için elinden geleni yapıyordu.
Yaptıkları için on beş kez HSYK na şikayet etmiştim.Yedi kez sorguya çağırdılar.Her seferinde ‘’işlem yapılmasına gerek yoktur ‘’ kararları verildi.
Olsun yedi kez ifadeye göndermiştik,birde bunları ilerde AİHM de adil olmayan bir yargılama ve savunma hakkının kısıtlanması için delil olarak gösterecektik.
Dokunulmazlıkların kaldırılması başvurusu olan Sadak ve diğerleri /Türkiye davasını kazanmıştık.
AİHS Ek.1 Protokol 3.madde ihlaline yani ‘’ hür seçimlerin ihlaline karar verildi. Ayrıca Adil Yargılama ile ilgili başvuru da kabul edilmişti. DEP Milletvekillerinin yeniden yargılanmasına karar verilmişti.
AB’ne üyelik rüzgarları esiyordu, Cezaevindeki dört milletvekili on yıl hapis yattıktan sonra tahliye olmuştu. Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın da katıldığı bir toplantı olmuştu.
1999 Yılında Asrın davası olarak adlandırılan Abdullah Öcalan’ın katılmadığı ilk duruşma Ankara DGM’de yapılmıştı.Duruşma salonunda savunma avukatları saldırıya uğramış, polis güvenliğinde çıkarılırken bu seferde polis saldırısına maruz kalmışlardı.
İmralı’da duruşma salonu yapılıp, dava yasalara aykırı olarak adaya nakledilmiş, iki mil yasaklı güvenlik şeridi konulmuştu. Dünyanın en çok izlediği davaydı. Gölcük sahili canlı yayın araçlarıyla doluydu,duruşmalara yandaş basın ve gazeteciler çağrılıyordu.
Duruşma 31 Mayıs-29 Haziran günleri sürdü. Şeyh Said’in kararı gibi 29 idam kararı haziranda verildi. AİHM’e başvuru için tek yetkili vekaletname bendeydi. Üç ay çalıştım, yüz sayfa bireysel başvuru dilekçesi, ekinde on sekiz klasör belge ile başvurumu yapmıştım. Başvuru kayda alınmış,dosya numarası gönderilmişti.
Yargıtay süreci başlamıştı çok kısa bir sürede yine Şeyh Said’in kararı gibi aynı gene getirilip 25 Kasım 1999 tarihinde Yargıtay 9.C.D. kararı onamıştı.
AİHM’e ölüm cezasının infazının durdurulması,tedbir kararı verilmesi için faksla
Yarım saat içinde başvurumu yaptım.Yarım saat sonra basına açıkladım.
Gündeme idam cezasının onanması ve AİHM tedbir başvurusu düşmüştü.
Strasbourg’a gittim ve Genel Sekreter Kruger ile Türkiye’den iyi bir hukukçu olan AİHM’de çalışan Civan Turmangil ile görüştük.
İdam cezalarının nasıl infaz edildiğini, uygulamasını ve Mecliste oylanınca yapıldığını örneklerle açıkladım.
AİHM İdam cezasının AİHM’de görülen başvurunun sonuçlanmasına kadar durdurulması yönünde tedbir kararı vermişti.
Dönemin Koalisyon Hükümeti DSP Genel Başkanı, Başbakan Bülent Ecevit, yardımcıları ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir protokol imzalayarak AİHM kararına uyacaklarını açıkladılar.
Sonra Türkiye’de protokoller imzalandı ve idam cezası AKP iktidarı döneminde kaldırıldı. Bugünlerde tekrar idam cezasını getirmek için Erdoğan ile Bahçeli konuşup duruyor.
AİHM duruşmasında savunma ekibimizde Mandela’nın avukatı Sör Sindri Kendrich, Londra’dan avukatlar vardı. Türkiye hakkında ihlal kararı verilmişti. Adil bir yargılanma olmamıştı.Bu başvuruda savunma hakkının kısıtlanması ile ilgili önemli tesbitler de yer alıyordu.
DTP’nin kapatılması,Belediye başkanlarına yönelik KCK operasyonları durmadı.
İstanbul’da Başsavcı Zekeriya Öz’ün adını duymaya başladık. Ergenekon, Balyoz davları tutuklamalar Silivri ve Sincan Cezaevlerinde büyük duruşma salonları yapılmasıyla adaletsizlik artıyordu.
AKP iktidarı önce Başsavcı Öz’e mercedes hediye etti. 15 Temmuz darbesi sonra FG/Cemaat davasından firar etti
Dokunulmazlıkların kaldırılması, HDP Milletvekillerine operasyonlara başlanması tutuklamalar olağanüstü günler yine başlamıştı. Selahattin Demirtaş bin kişilik Sincan Duruşma salonunda yargılanıyordu.
Mahkeme heyetine bin kişilik salona bir kişi getirmiyorsunuz SEGBİS ile duruşma yapılamaz demiştik. Sonraki duruşmalara Demirtaş getirilmişti.
Belediye başkanlarının tutuklanması davaların sürgüne gönderilmesi, kayyımların atanması adaletsizlik hep sürüyordu.
En son 25 Eylül’de Kobani olayları ve 6-8 Ekim 2014 gösterileri bahane edilerek altı yıl sonra 82 partili MYK üyesi Milletvekilleri gözaltına alınıyordu.
Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder, Ayla Akat, Emine Ayna, Altan Tan ve bir çok yönetici gözaltına alındı.
Ankara Başsavcısının emriyle Ankara’ya götürüldüler, Emniyette dört gün gözaltına süresi verildi.
Avukatların 24 saat görüşmesi yasaklandı, sonrası da görüşmeleri engellendi. Sorguları yapılamadı 28 Eylül sabahı emniyette verilen yemekten zehirlendikleri haberi ile uyandık.
Gözaltı süresi bugün 4 gün daha uzatıldı. Emniyet nezaretinde kötü muamele yemekler, yasaya aykırı uzun gözaltı, hürriyeti tahdit suçları alenen işleniyor.
Daha önce aynı suçtan yargılanan Ayhan Bilgen’in AYM başvurusunda ihlal kararı verilmiş tazminata hükmedilmişti. MYK üyeleri ifade vermişti.
Peki yeniden yapılan operasyonla ne yapılmak isteniyor. Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş’ın (AİHM kararına rağmen) bir yıldır mükerrer yargılandıkları bu davadan tutuklandıklarını biliyoruz.
Evlendikten sonra saraya giden magazinsel bir Başsavcının ertesi gün bu operasyonu yapması siyasi müdahalenin olduğunu gösteriyordu.
Yeniden büyük bir toplu dava ile aylarca yıllarca kamuoyunu meşgul edip, yargılamalarla HDP’yi çalışamaz duruma sokmak istemektedirler.
Tek adam rejiminde ben AYM ve AİHM kararlarını tanımıyorum diyenler var.
Evet çok büyük bir Adaletsizlik var.
O zaman bu adaletsizliğe karşı çok büyük bir dayanışma yapmak zorundayız.