Sami Certel: İslamiyet ve uzlaşı

Yazarlar

İngiltere’de bir çocuk, ailesiyle caddede yürürken, göbekli, yaşlı ve beyaz sakalları olan bir adam görür. Gördüğü kişinin Noel Baba olduğunu düşünen çocuk, koşarak yaşlı adama sarılır. Adam Mısır asıllı, son derece dindar bir Müslümandır.  Ancak bu adam, kendi inancında yeri olmasa da, çocuğun duygusunu, Noel Baba’ya olan inancını incitmemek için ona her Noel hediye götürmeye başlar.

Bu ve buna benzer davranışları görüp, İslamiyet uzlaşı, hoşgörü dinidir diyen Müslüman sayısı hiç de az değildir.

Diğer yandan, dünyanın birçok yerinde İslam adına kafa kesenler, insanı diri diri yakanlar yine bu dine, yani İslamiyete mensupturlar.  Bu tarz bir İslamcılığı milyonlarca kişi desteklerken, kimi Müslümanlar da, “gerçek İslamiyet bu değil, İslamiyet uzlaşı dinidir” demektedirler.

Aynı kitaptan (kur’an) çok farklı sonuçlar çıkarıp, ona göre geliştirilmiş farklı İslami yaşam biçimleri ve yaklaşımlar mevcuttur. Dolayısıyla, bazen birbirleriyle uyumlu, bazen tamamen ters bu yaklaşımlara bakıp, İslamiyetin bir uzlaşı dini olup olmadığını anlamaya çalışmak bir sonuca vardırmayacağı gibi, yararsızdır da.

İslam peygamberinin sözleri ve yaşam pratiğini incelemek, meseleyi anlamanın en kestirme ve sağlıklı yoludur.

Hem yaşadığı döneme hem de kendinden sonrasına çok güçlü bir etkide bulunmuş, materyalist bir filozof ve siyaset bilimci olan İbni Haldun’dan okuduğum bir hadis,  sorduğumuz soruyu dolaylı, ama akılda kuşku bırakmayacak bir netlikte cevaplamaktadır.

İbni Haldun’un, Mukaddime isimli eserinde aktardığı hadis şudur:  “idaresi altında yaşadığınız zalim bir iktidarı devirmeye gücünüz yetmiyorsa, ona isyan etmek size caiz değildir…”

Gerekçesi de şudur: Yenemeyeceğiniz bir güce karşı isyan ederseniz,  Müslümanları kırdırır, geride İslamiyeti sürdürecek kimsenin kalmamasına sebep olursunuz. Bir yerde İslamiyeti sürdürecek kimsenin olmamasındansa, baskı altında da olsa İslamiyeti sürdürecek birilerinin olması daha iyidir.

Bu bakış açısı, İslamiyetteki pragmatik yaklaşımla da kesinlikle uyum içerisindedir. Bu yönüyle de hadisin sahih olmaması ihtimali çok düşük.

Bir de; objektif tarih anlayışı konusunda çok titiz olan ve bu konuda öğretileri de olan İbni Haldun’un bu hadisi referans almış olması, hadisin sahih olmaması ihtimalini daha da düşürüyor.

Dikkat edilirse, hadis bir şart koyuyor: “Gücünüz yetmiyorsa” diyor. Hadiste geçmese de, “eğer güç elinize geçerse, tereddüt bile etmeyin, hatta o iktidarı devirmek size farzdır.” buyruğu apaçık ortada duruyor. Bu durumun izahında Türkiye’nin son yirmi yılı çok çarpıcıdır.

Yirmi yıl önce Türkiye’de Müslüman kimliğine vurgu yapan istisnasız her Müslümanın ağzından şu kelimeleri duyardınız: “Hoşgörü, hilm, selamet, merhamet vb.” Aradan yirmi yıl geçip, iktidar bütünüyle İslamcılara geçince, bu söylemler yerini meydan okumalara, küfürlere, katliam çağrılarına bıraktı.

Tam bu noktada, bir Müslümanın  zulüm ve zalim tanımı önem kazanıyor ki, meselenin en can alıcı yeri de burasıdır. Müslümanlar, zulüm olarak yalnızca dini baskıyı, zalim olarak da o baskıyı yapan kişi olarak görmüyor.

Örneğin; Hollanda’da eşcinsel evliliğe de hak tanıyan yaşam biçimi, o ülkede yaşayan Müslümanların katlandığı bir zulüm; bu yaşam biçimini destekleyen ve koruyan iktidar da zalim olarak görülüyor. Ve Müslümanın bu iktidara karşı bir savaşa girişmesi, eğer gücü yetiyorsa helal, gücü yetmiyorsa haram kabul ediliyor.

Müslümanların, yaşadıkları bir yerde çoğunluk haline geldiklerinde şeriatı bir yaşam biçimi olarak oturtmak, onlar için bir seçenek değil, bir emirdir.  Bu emrin gereğini yerine getirmeyen kişi ya da topluluklar günahkar kabul ediliyor.

Peygamberin, “gücünüz yetmiyorsa, isyan etmek size caiz değildir” sözüyle, Medine’de gücü az bir topluluk iken Medine Sözleşmesini geliştirmiş olması arasındaki paralellik apaçık ortadadır. Daha sonra güçlenip Mekke’yi ele geçirdiğinde, böyle bir sözleşmenin esamesinin bile okunmamış olması, İslamiyetin barış konusundaki tutumunun sahip olduğu güce göre değiştiği gerçekliğini yadsınamaz bir şekilde ortaya koyuyor.  Bu yönüyle de bir dinden çok, günümüzün herhangi bir devletine benziyor.

İslamiyet,  barış ve uzlaşı dini değildir demek yerine, tıpkı İslamiyetin yaptığı gibi, bunu bir koşula bağlayıp şöyle demek galiba en doğrusu: Güç ve çoğunluk İslamcılarda olmadığında, İslamiyet bir uzlaşı dinidir.

İlginizi Çekebilir

Günay Aslan : İçimden geçenler
Hakan Tahmaz: ABD seçimlerinin muhalefete öğretecekleri

Öne Çıkanlar