rahime, yoksul bir ailede, dokuz kardeşin ikincisiydi. öyle aman aman bir güzelliği yoktu; esmer, sıcak bir yüzü, halinden memnun, köylü genç bir kadındı.
bir akşamüstü evlerine yakın bahçeye giderken, köyden üç genç çıktı önüne. kolundan tutup sürüklemeye başladılar, rahime direndi, çığlık attı. biri ayaklarından tuttu, diğer ağzını kapattı. köyden uzaklaştırdılar.
içlerinden en yakışıklı olan kerem’di. “seni kendim için kaçırıyorum ” dedi kerem. köy çok uzakta kalmış, çığlığın da direnmenin de bir faydası olmazdı artık. sessiz sessiz gözyaşı döküp, gençlerin ardına düştü. bitişik köyde bir eve kadar yürüdüler.
eve vardıklarında odada kendi köyünden musa’yı gördü. şaşırdı, ne olduğunu anlayamadı. onu kaçıran gençlere dönüp baktı. gençlerden biri, “seni musa için kaçırdık” dedi. döndü tekrar musa’ya baktı, öyle bir dehşetti ki, bakamadı, bir çığlık kopardı, oracıkta yığılıp kaldı.
musa, varlıklı denebilecek bir ailenin ortanca oğluydu. evlenme çağını çoktan geçmiş, rahime’den de on yaş büyüktü. doğduğunda sağlıklıydı. ergenliğine kadar da öyle geldi. ancak onüç yaşına gelince, bedensel rahatsızlığı baş göstermeye başladı. başı ve ayakları geriye çekiliyor, göğsü ve gövdesi öne çıkıyordu.
onsekizine geldiğinde artık bütünüyle engelliydi. başı ve ayakları tamamen geriye çekilmiş, göbeği ve göğsü ileriye çıkık, tıpatıp bir yaya benziyordu. güçlükle oturabiliyor, oturduğu yerden güçlükle kalkabiliyordu. kendi başına yiyip içebiliyor ve kimi ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu, o kadar.
rahime’nin kaçırıldığı köyde duyuldu. bu gibi durumlarda cam çerçeve indirilir, bir zaman sonra birileri araya girer, mesele suhuletle kapatılırdı. gelgelelim, rahime’yi kaçırdıkları kişi engelli biriydi, durumun razı gelinecek bir yanı yoktu.
diğer yandan, köy yerinde kaçırılmış bir kadın bir yerde “adı çıkmış” sayılır, bir daha da talip bulamazdı. musa ile evliliği kabul ederse ne âlâ, etmezse “namusu kirlenmiş” bir şekilde baba evine dönecek, bir ömür de öyle kalacaktı.
ailesi çaresiz rıza gösterdi. böyle bir durumda geleneğin gereği neydiyse o yapıldı. musa engelli, ailesi de varlıklı olduğundan büyük bir başlık parası alındı. rahime’yi musa ile evlendirdiler. rahime o köyün bütün dağını taşını ağladı, gözlerinden döktü, bir duyan olmadı; “bahtın baht değilmiş” deyip gittiler.
üç oğul, bir kız doğurdu rahime. bir anne çocuğunun varlığıyla ne kadar mutlu olabilirse, rahime de çocuklarının varlığıyla o kadar mutlu oldu.. derken bir korku sardı içini, “ya çocuklarım da babalarına benzerse ?”..
büyük oğlu onbir yaşına gelince belirtiler kendini göstermeye başladı. korktuğu başına gelmişti: tıpkı babası gibi, çocuğun da başı ve ayakları geri çekilmeye başladı. aldı çocuklarının hepsini, doktora götürdü rahime. kızı sağlıklıydı, ama oğullarının üçünde de aynı rahatsızlık vardı.
bir daha öldü rahime.
hâlâ aynı köyde, sapasağlam oğullarının birer engelliye dönüşlerini kahırla izliyor, bir infazı ömür diye sürüyor...