Dün, tarihimizin en acı katliamlardan birinin yıl dönümüydü. 28 Aralık 2011 akşamı Türk Hava Kuvvetlerine ait savaş uçaklarının bombalarıyla Uludere’nin Roboski köyünden 19’u çocuk, 34 vatandaş katledildi. Köylüler, çocuklarının parçalanmış bedenlerini traktörlerle ve katırlarla taşıdılar.
9 yıl oldu, katliam emrini veren, uygulayan hiçbir sivil veya askeri yetkili, bürokrat cezalandırılmadı. Yargı önüne hiç kimse çıkarılmadı. Kuru bir özür bile Roboskililere çok görüldü. Terör istihbaratı alınmış, sehven olmuş. Devletin benzer katliamlarda, suçlarda yıllardır uygulaya geldiği “cezasızlık politikası” doğal olarak burada da uygulandı.
TBMM Komisyonunun raporunda açıkladığı “Heyetimiz bu olaya ilişkin olarak yapılanın bir yargısız infaz olduğu, öldürülenlerin sayısı itibarıyla toplu bir katliam niteliği taşıdığı…” tespitine karşın, klasik devlet geleneği sürüyor.
Katliam, dönemin Başbakanı, bugünün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi tabiriyle “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde“ unutulmaya terk edildi. 9 yıldır kanayan yaramızı “unutursak kalbimiz kurusun” demeye devam ediyoruz.
Düğün, çalgı 9 senedir yok. Anneler, kadınlar siyah gitmeyi bırakmadılar. Perşembe günü siyah giysileriyle evlatlarının mezarlığına gidip dua okumaları yasaklandı. Her birine 3000 TL para cezası verildi. Çeşitli gerekçelerle aileler adliye koridorlarında, mahkeme kapılarında süründürülüyorlar. Cezalandırılanlar, göç edenler, koruculuğu kabul edenler. Bazılarının yeşil kartı iptal edildi. Roboski’de yas devam ediyor.
Roboski’de yaşamaya direnenlere, sınır ihlali, mahkemeyi oyalamak, eylem yapmak, fotoğraf, pankart taşımak, sosyal medya paylaşımları veya cumhurbaşkanına hakaret etmek” gibi gerekçelerle çok sayıda dava açıldı.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Roboski’ye adalet istemek, sadece kanayan tarihsel yaraları soğutmaya çalışmak değildir. Böyle yaklaşmak yanlışa kapı aralamaktır. Geçmişle yüzleşmek, devletin geleneksel cezasızlık politikasına karşı mücadele aynı zamanda bugüne ve yarına ilişkin mücadeledir. Toplumsal belleğin güçlü ve canlı tutulması bu nedenle önemlidir.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “34 vatandaşımızın ölmesinin Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz” dedi. Ama bugün hala katliamın failleri belli değil, mağdurların bazıları tutuklu, çocuklarının mezarlarını ziyaret etmeleri yasak.
Yoksullukla boğuşan aileler, hükümetin önerdiği 123 bin Türk lirası tazminatı, “biz para değil adalet istiyoruz” diyerek kabul etmediler. Şimdi topraklarından göç etmek veya korucu olmak ikilemiyle karşı karşıyalar.
Bunlara sessiz kalındığı sürece, Cumhur İttifakının inşa etme yolunda hayli yol aldığı milliyetçi muhafazakâr tek adam rejimini değiştirmek, dönüştürmek, geniş kesimler için bir hayal olarak kalacaktır. Tek adam rejimi kurumsallaşacak, zulüm, hukuksuzluk katmerleşecek. Yeni katliamlar engellenemeyecek.
Hayal olmasının ötesine geçilemediği koşullarda, ana muhalefet partisi CHP, bugüne kadar oynadığı rolünü değiştirmek gereği duymayacaktır. 24 Aralık 1978 Maraş Katliamının yıl dönümü gününde, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, katliamın faili olarak bilinen MHP’nin o dönemki lideri Alpaslan Türkeş’in eşini ziyaret etmesi, eski rolünü tekrar ettiğinin tipik göstergesi.
CHP heyetinde yer alan Bellek Platformu üyesi CHP İstanbul il Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Alevi kurumlarının tepkileri üzerine, “Ben siyaseti, acıları yarıştırarak değil, acıları ortaklaştırıp barıştırarak, bir daha kimse bunları yaşamasın diye yapıyorum. Dolayısıyla acılar üzerinden ortaklaşacak her türlü siyaseti yaparım. Bu haliyle kişisel bir rahatsızlık duymuyorum” dedi. Kaftancıoğlu’nun sözleri tam da devletin cezasızlık siyasetinin dile getirilmesi oldu. Bu zihniyet ve siyasal bakış, hukuk ve adalet konularında Türkiye’ye yeni bir ufuk açamaz. Bu örnekteki gibi geleneksel olana eklemlenmek, Türkiye’nin sorunlarını çözümsüzlüğe mahkûm etmektir. Belleksiz adalet ve gelecek olmaz.
Yılın son yazısını başka bir CHP’linin sözleriyle bitireyim. CHP milletvekili Levent Gök, TBMM’de 2021 yılı Bütçesinin görüşmesi sırasında, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a Roboski katliamıyla ilgili “Sayın Bakan, dokuz yıldır adalet bekleyen bu aileler her perşembe günü çocuklarını anıyorlar. Adaleti nasıl tesis edeceksiniz? Vicdani sorumluluğunuz size ne yapmanız gerektiğini söylüyor? Aileler duygusal bir kopuş içerisinde. Ailelerin ve orada yaşayan köylülerimizin, yurttaşlarımızın duygusal kopuşa uğramamaları açısından bu olayı aydınlatmak için bildiklerinizi kamuoyuyla paylaşmaya hazır mısınız” sorusunu yöneltti. Tabi ki cevap alamadı.
Bu soruya cevap vermeden yapılacak hiçbir reform yaraları sarmaz, barışın yolunu açmaz. Dahası kimseye inandırıcı gelmez.