Çoğumuz son bir gündür, beynimizden vurulmuş gibiyiz. Denizin öldürülmesi kalbimizi yakıyor. Beden diye bir şeye sahip değiliz.
Kendim adıma ancak şunu söyleyebiliyorum; Kürtler, istendiği zaman konuşulan, istendiği zaman susturulan, istendiği zaman da öldürülen kimselere döndü. Kürtlerden ne maddi ne manevi anlamda korkmuyor kimse. Korkmadıkları için de isteyen Kürtlere istediğini yapabilir. Örneğin Türklüğe hakaret diye bir suç vardır ama Kürtlere hakaretin bir cezası yoktur.
Bir Kürdün asla öfke nöbetleri içinde, intikam almayacağını herkes biliyor. Manevi anlamda da bu böyle, Kürtlerin bedduaları işlemiyor; din de, dinin azaları/ ayet ve hadislerde onlardan yana. Devlet desek, onu ayakta tutan iki parti var. Bu iki partiden olmayan herkes suçludur. Hukuk desek, hukuk adamları, partilidir. Partili hukuk, partili doktor, partili eğitimci, partili yazar, partili mühendis…
Huzur içinde yaşamak, zengin olmak, iyi sağlık ve eğitim hizmetlerinden istifade etmek bir tek AKP ve MHP’li olmakla mümkündür. Gazeteciler işsizdir ama partili gazetecilerin milyon dolarları vardır.
Kabul.
Türkiye’de parti devleti var! AKP ve MHP’li olmayan kimselerin can güvenliği yoktur. Bu partilerin silahlı güçleri de var; bu güçler, sosyal medya hesaplarından basın açıklamaları yapıyorlar. Ülkücü mafya ve İslamcı mafya, iki “gayri resmi” bakanlık gibi hayatımıza müdahale etme hakkına sahipler.
Devlet Bahçeli, “dava arkadaşımdır” diye özel bir yasa çıkarttı. Ülkücü mafya eskiden beri vardı. Demirel’in oğlum dediği, Türkeş’in dava arkadaşım diye sahiplendikleri. İslamcı, Türk ve Turancı mafya da AKP’yle hayatımıza girdi. Sedat Peker, AKP’li olmayan kimseleri tehdit ediyordu. AKP’de buna izin veriyordu. Rahat hareket etmesi için para ve koruma, mitingleri için meydan. Bu mitingler, et kombinası gibiydi; asarım, keserim edebiyatı…
Peker, AKP adına mitingler yapıyordu.
Peker, şimdi diyor ki kullanıldım.
Niçin kullanıldı?
Ülkücü devlet adamı/ mafya hapisten çıktı, Peker kenara atıldı. Ülkücü mafya ile AKP’li mafyayı karşı karşıya getiren neydi?
Peker yurtdışına çıkmadı, söylediği gibi okul okumaya, kitap okumaya gitmedi, yerine biri atandı ve bu atanan kişi, cezaevinden çıktıktan sonra devlet sefiri gibi il ziyaretlerinde bulundu, hatırı sayılır kimselerle görüşmeler yaptı, şimdi eğer doğruysa, Kıbrıs’a atandı.
Ama Peker hala iktidarın yaması olma derdinden kendini kurtaramadı, bozkurt selamı veriyor, Rabia işareti yapıyor, olanca sesiyle bağırıyor: Kardeşlerim Turan’ı kuracağız.
Turan’ı kim kuracak?
Uyuşturucu tüccarları mı?
Devlet adına, devletin verdiği polis gücüyle kabadayılık yapan kimseler mi?
Turan, ittihatçıların uydurduğu abartılı bir mitoloji bile olsa bu kadar basit savunulamaz,
Türklere yazıktı.
Bulgaristan’da, adları değiştirildiği için işkence gören, açlık grevine giren, ölen Türklere yazık.
Türkler utanmalıdır; Türk olmakta bu kadar ucuz değildir. Türklüğün bu kadar ucuza pazara sürüldüğü başka bir dönem olmamıştır. Önüne gelen ben türküm, vatanseverim diyor; ölçü vesikalık silahlar! Deneme yeri, Suriye. Belge, bir kız çocuğunu öldürdüm!
Parti devletinin hukuku içersinde, ötekinin yeri yoktur. Öteki partiler ya “maşa” ya “terörist” ya da “dış mihrakların” oyuncaklarıdır. Bir tek yurtsever AKP ve MHP’dir; vatanın ve milleti bir tek onlar seviyor!
Nasıl seviyorlar?
Soyarak seviyorlar, öldürerek belgeliyorlar.
Bu iki partinin ne sözleri ne eylemleri tartışılmaz. Onların sözleri ayettir. Bugün gazetelerde haber çıktı: Yazısına ünlem koydu diye bir adam ifade vermeye gitti.
İzmir’in göbeğinde bir çocuk öldürüldü. İç işleri bakanından tek bir söz yok. Tek açıklama yapılmadı.
AKP ve MHP’ye yakın yayın organları, yirmi dört saattir, HDP diyorlar; öncesinde şunu söylüyorlardı: HDP/PKK.
Bu şu demektir: Aradığınız kimseler HDP’dedir.
Bu açık bir yol tarifi, adres vermedir.
HDP’de oyuncağa dönmüş. İstedikleri zaman HDP’yle oturup konuşuyor, istedikleri zaman, kendilerini ayakta tutmak için HDP üzerinden düşman ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Birbirleriyle olan alacak verecek meselelerinde bile birbirlerine güçleri yetmiyor; ikisi de güçlerini HDP üzerinden gösteriyor; birbirlerine, gözdağını HDP’yi vurup kırarak sergiliyorlar.
HDP büroları basılırken, özellikle gözaltına aldıkları kimselerin boyunlarını eğiyorlar ama ne zaman biri HDP’yi bassa, adam öldürse, birden katilin adını soruyorlar, koluna giriyor ve birkaç saat sorgulamadan, tutuklayıp cezaevine koyuyorlar. Tıkır tıkır işleyen hukuk sistemi!
Bir çocuk öldürülüyor!
Katilin ifadesini bu kadar kısa sürede nasıl aldınız. Bir deşin, bakın altında ne var. Ama o Türk, ağır tahrik altında işlemiş olmalı cinayeti!
Bu da yapılmamış, görüntüleri siliyorlar.
Kılıçdaroğlu’na tokat atıldı, tokat atan bir kahraman gibi karşılandı. Hrant Dink öldürüldü, katille polis hatıra fotoğrafı çekti. Birkaç gün önce de Tahir Elçi’nin mezar taşına saldırıldı; kabirlerden ne istersiniz.
Ya yeter artık!
Şu görüntüden utanın, haya hacca denilen bir şey vardır.
Saatlerdir bu çocuğun bakıyorum, siz hiç baktınız mı?
Fotoğrafların birinde sabahın ilk saatlerinde yedi zeytin tanesi, kesilmiş bir domates, yarım bardak çayını içemeden kurşunu dizilen Deniz Poyraz’a ait, bir diğer fotoğrafta Deniz keman çalıyor.
Yedi zeytin tanesiyle doyan ve keman çalan birinin kurşunlandığı bir ülkedir Türkiye ve ona bu gücü kim veriyor?
Cesaret demiyorum, katil bu gücünü ahlaktan alıyor; aile ve devlet terbiyesinden alıyor. Çok şükür ki devletimiz yok ve çok şükür aldığımız aile terbiyesi su ve yemek yerken, yılanın bile sana dokunmayacağını söylüyor.
Katilin tipine bakıyorum. Elinde silah var, bıyıkları aşağı sarkmış. Katilin birkaç pozu daha var, bozkurt işareti yapıyor, Türk bayrağı önünde. Katilin bir de Suriye hatırası var! Elinde silahı var. Katil, gözünü başka topraklara dikmiş. Katilin Suriye’de ne işi ne? İşi tatile çıkar gibi adam öldürüp dönmek mi?
Katilin adını anmıyorum. Katil, bir mertebe ve bu, bir güruhta karşılık bulmuş. İki seçenek kalıyor bize: Ya keman sesi, ya da bu katilin silahı!
Deniz, öldürüldü.
Ama bir düşman tarafından öldürülmedi. Kürtler dost düşman nedir iyi bilir. Düşman soylu bir şeydir, en az senin kadar asil bir kimsedir.
Deniz bir çakal tarafından öldürüldü.
Üstelik korumasız bir yerde; yarım bardak çay, yedi zeytin, kesilmiş domatesin şahitliğinde. Katil, düşman bile olmayacak biri… Katil, yedi zeytine, kesilmiş domatese, yarım çaya bile göz dikti. Doyun, çakal sürüleri…
Bize düşense ağlamamak değildir, hatta gülmektir, acımız hafiflemesin. Bugün genç bir kız çocuğu öldürülen bir anne kadar kimsenin canı yanmıyor. Herkes bir saniyeliğine Deniz’in annesinin yerinde olsa…
Ama böyle değil, ateş evimize düştüğü zaman canımız yanıyor, başkasından bize ne? Bakın Şenyaşar ailesi, bir duvarın dibinde, yalnız kaldı.
Sakine Cansız doğruyu bilendi. Çözüm süreci başladığı sırada, Paris’te öldürüldü. Deniz, kimi cılız ışıklar yanınca öldürüldü. Kürtler artık barıştan söz etmemeli, her barış dediklerinde bir kızımız öldürüldü. Kürtler, barışta ısrar da edeceklerdir; çünkü!
Deniz, küçük, kardeşim, dünyanın dörtte üçü Denizdir.