“Seni seviyorum…
dünyanın en taze sözü bu.”[2]
“Sevginin sihri”nden[3] söz edilebilir mi?
Antoine de Saint-Exupéry’nin, “Sevmek, birbirine bakmak değildir aslında. Birlikte aynı yöne bakabilmektir” ya da Victor Hugo’nun, “Sevilmek ne büyük bir şey! Daha da büyük bir şey, sevmek!” uyarıları düzleminde evet, elbette…
Nâzım Hikmet’in, “Seviyorum seni/ ‘Yaşıyoruz çok şükür!’ der gibi,”[4] dizelerindeki üzere yüreğinin yeliyle, bilinçli tutkularıyla sevmek, sevdalanmak insanın yüreği ile kavgası kadardır.
Her ne söylenmişse sevda üzerine, insan(lık)a ya da size/ bize/ hepimize mündemiçtir. Çünkü sevdalanmak hakikâte bağlanmak yani tanımak, anlamaktır.
Kolay mı? Yaşamın her bir tutamında buram buram sevda varken; yokluğuysa ölümdür!
Sınırı olmayan sevda ya da “Sevme becerisi öz farkındalığı gerektirir. Sevmek aynı zamanda özgürlük de gerektirir”ken;[5] “Anlaşmak için benzeşmek, sevmek için ayrışmak gerekir,” diye ekler Paul Geraldy…
Evet sevda(lanmak) bir tutkudur; bağlanmadır.[6] Bu çerçevede birini/ bir şeyi “mükemmel” olduğu için sevmezsin; onu sevdiğiniz için değerli kılarsınız; “Seni seviyorum ve doğru şeyleri söylemek gibi basit zevklerden kendimi mahrum etmeye pek meyilli değilim. Seni seviyorum ve sevginin boşluğa atılan bir çığlık olduğunu ve unutulmanın kaçınılmazlığını, herkesin ölüme mahkûm olduğunu ve tüm çabamızın toza dönüşeceği bir günün geleceğini biliyorum ve güneşin elimizdeki tek dünyayı yıkacağını da biliyorum ve seni seviyorum,”[7] içtenliğiyle John Berger’in…
Ancak söz konusu içtenlikle sevmek bir edilgenlik, mesela beklemek falan da değildir; sevmek eyleme geçmektir. Sevmek fethetmek değil, sevdayı çıkarsız savunmaktır…
Çünkü sevda sadece güçlü duygu değildir; o, bir karar, bir yargı, verilmiş bir sözdür.
Ve unutulmamalıdır ki “İnsan emek verdiği şeyi sever, sevdiği şey için emek verir,” diye uyarırken Erich Fromm, ekler Fyodor Mihayloviç Dostoyevski de: “İnsan, en çok severken insandır”…
Gerçek sevgi, sevilenin iyiliğini isterken; sevdayı bir “tereddüt” olarak algılamak da, sunmak da büyük bir yanılgıdır![8]
Çünkü Jack London’ın, “Her şeyden önce, sevmek, sevilmekten daha iyi ve güzel diye düşündüm. Hayatı öyle değerli kılıyordu ki, bu nedenle insan ölmek istemiyordu,” diye tarif ettiği sevda(lanmak), kollarını yaşama açan kocaman bir yürekle mümkündür.
Tekrarlıyorum: İnsan olmak/ ve kalmak fiilinin ilk ve en büyük şartı sevmektir. İnsan(lık)ı güçlendiren “Sevgi, ölüm kadar güçlüdür.”[9]
“Neden” mi?
Sevda kusurları, dayatılanı kabullenmez, boyun eğmez. Sevda olduğu gibi değil, hep olması gerektiği üzeredir.
Sevmeden bir şeyler verebilirsiniz; ancak yaşamınızı adamadan, vermeden sevemezsiniz.
“Sevgi olmadan insanlık bir gün için bile var olamaz… Tek bir insana karşı duyulan sevgi ile insanlığa karşı duyulan sevgi bölünmez bir bütündür.”[10]
“Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa, sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”[11]
Sevmeden görmeye kalkışmak, olsa olsa, karanlığa bakmaktır.
Sev(e)meyen, her yerde ve her şeyde yalnızken; “Seni seviyorum,” diyebilmek, ancak onun hakkını verip, diyetini ödeyebilenlere mahsustur.
“Cura, ut valeas/ Kendine iyi bak,” tutkusuyla sevda(lanmak) iyinin de ötesindedir…[12] O, insan(lık)a uçmak için kanatlar, yaşama tutunmak için de kökler verir.
Seneca, “Si vis amari, ama/ Sevilmek istersen, sev,” derken; onun için insanın neler verebileceği değil, nelerden vazgeçeceği önemlidir.
Ancak bir şeyi de eklemeden geçmeyeyelim: “Hez kirin mîna kemanjênîyê ye. Dengên nexweş derdixin ên ku nizanin/ Sevmek keman çalmak gibidir. Bilmeyen kötü sesler çıkarır,” demesi boşuna değildir bir Avusturalya Atasözünün…
Ve nihayet sevgi asla acıtmaz; acıtan bir şey varsa eğer, o da sevdaya ters yanılgılardır.
İnsan sevdası kadar dokunur hayata. Sev(ebil)mek, yaşamını vermektir; William Shakespeare’in, “Benim sevgim böyledir. Varlığım senin hepten,” deyişindeki üzere…
Sevda, müthiş bir eğitmenken; bir hayat yetmez sevda(lanma)ya…
Ernesto Che Guevara, “Sevgili dediğin güzelliğiyle seni kendine aşık eden değil, sana kendin olabilme şansını verendir,” diye uyarırken; sevdaya sırt çevirenlerden sakınınız.
Sınıflı sömürücü toplumlarda “Qui bene amat, bene castigat/ Çok seven, çok cezalandırır.”
Ancak ne, nasıl olursa olsun; Nâzım Hikmet’in, “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/ hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,” dizelerindeki üzeredir hemen her şey, hayata dokunan sevda babında…
N O T L A R
[1] Ümüş Eylül, Yıl:11, No:43, Nisan-Mayıs-Haziran 2022…
[2] Ülkü Tamer, “Seni Seviyorum”, Bir Adın Yolculuktu, Islık Yay., 2014.
[3] İnal Aydınoğlu, “Sevgi Dili”, Milliyet, 29 Nisan 2016, s.24.
[4] Konuya ilişkin bir abartı: “Bir insanın ‘Seni seviyorum’ diyebilmesi için önce ‘Ben’ demesini bilmesi gerekir.” (Ayn Rand, Hayatın Kaynağı, Çev: Belkıs Dişbudak Çorakçı, Plato Film Yay., 2. Baskı, 2010, s.518)
[5] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, çev: Kerem Işık, Okuyan Us Yay., 2013, s.230.
[6] “Biliyorum beni sarhoş sanıyorsunuz! Saçma! Yani… Ben fena hâlde sarhoşum, ama sorun bu değil; ben içkiden sarhoş değilim. Sizi görünce içki başıma vurdu.” (Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Suç ve Ceza, çev: Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yay., 2006.)
[7] John Berger, Aynı Yıldızın Altında, çev: Çiçek Eriş, Pegasus Yay., 2016.
[8] “Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden… Birine teslim olduğumuzda ve içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor. O yüzden değil mi, içimizi tutmalarımız, birine teslim olmaktan korkmalarımız, ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmalarımız? -anlatsam mı, anlatmasam mı?- kararsızlığımız, -bu sevgi beni acıtır mı?- kuşkularımız.” (Gabriel García Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık, çev: Seçkin Selvi, Can Yay., 2019.)
[9] Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, çev: Selçuk Budak, Okuyan Us Yay., 2009, s.54.
[10] Erich Fromm, Sevme Sanatı-Bir Eylem Olarak Sevmek, çev: Işıtan Gündüz, Say Yay., 1989.
[11] Karl Marx, 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993.
[12] “Aşk piyano çalmak gibidir. Önce kuralları öğrenmelisiniz, sonra kuralları unutup yüreğinize kulak vermelisiniz.” (Michel de Montaigne, Yavaşladıkça Çoğalıyorum, çev: Ceren Alay, Aylak Adam Yay., 2016.)