Kesin doğru ve kesin yanlışlar yoktur. Bu önermeyi destekleyen ve anlatımı güçlendiren farklı önermeler de bulunur. Örneğin politik literatüre geçen “siyah ve beyazın arasında grinin sonsuz tonları vardır” önermesi gibi.
Belirli bir (politik) olgunluğa erişmiş, olaylara geniş açıdan bakabilen insanlar bu nedenle aldıkları kararları birçok açıdan değerlendirirler. Bu kararlar, belki kitleler tarafından o zaman diliminde anlaşılmayabilir, kabul görmeyebilir ama gelecek zamanlarda hayatın akışı bu kararları dogruladığı için süreç içinde önemleri anlaşılır. Karar alan liderlerin aksine, kitleler daha duygusal ve mümkünse hemen sonuç alıcı teorik ve pratiği arzularlar. Çünkü fikirlerin maddi güç haline gelmesi için, bedel ödemişlerdir ve bedel isteyeceklerdir. Bu bedelin de yaşadıkları süre içinde karşılanmasını isterler. Gelecek zamanlara bırakılmış “yaşanacak hayat” pek kabul görmez. Herkes ödediği bedelin karşılığını şimdi ister, öldükten sonra değil.
Kürtlerin, neredeyse dünyanın pek çok ülkesinin gündeminde sürekli olarak az veya çok bir şekilde yer alan özgürlük mücadelesi tam da buna uygun bir seyir izliyor. Neredeyse her eve ateş düştü, her Kürt bireyi bir şekilde etkilendi. Onbinlerce insanımız toprağa düştü, gazi oldu, zindanlardan ve işkenceleriyle ünlü polis gözaltılarından geçmeyenler neredeyse parmakla sayılır oldu. Binlerce yıl yaşadıkları topraklardan savrulanlar, Kurdistan, Türkiye ve dünyanın başka ülkelerine göç edip tutunamayanlar…. Her biri ayrı bir dramla yüklü hayatlar.
Yine de kimse “ah” demedi. Çektiklerine katlandılar ve katlanmaya da devam ediyorlar. Çünkü talep ettikleri bedeli geleceğe bırakmadan yaşamak istiyorlar. Bu bizim en doğal hakkımız zaten.
Her gün ittifakların değiştiği, aldıkları kararlarla belirleyici olan güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda karar alıp dayattıkları bir coğrafyada yaşıyoruz. Özgürlük uğruna savaşanlar, özgürlüğe düşman, çıkara tapan bir avuç gücün karşısında direniyorlar. Savaşın birçok cephede sürdürüldüğü bir dönemdeyiz. Bazen anlık kararlar almak, ittifakları bozup yeniden kurmak ve ülkelerin “dost” değil de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini bilerek duygulardan sıyrılmak kitlelere ağır geliyor. Medyaya düşen sıradan bir basın açıklaması kitleleri yumuşatıyor, umut veriyor. Oysa bunların rutin açıklamalar olduğu kavranıldığında ayakları yere basan, kendine ve mücadelesine güvenen bir halk olma yönünde daha sağlam adımlarla yürünecektir. Kavranılması gereken tek gerçek: özgürlüğün altın bir tepside sunulmayacağı, kan, ateş ve gözyaşından oluşan bir yoldan geçilerek elde edileceğidir, halkın kendi öz gücünün varlığıdır, renklerin tonlara degil siyah ve beyaz ayrımıyla değerlendirileceği zamanlardır.
Rojava nezdinde Kurdistan’ın geniş coğrafyasını işgal edip, kendi hükümranlığı altına almak için yıllardır bilinçli bir plan doğrultusunda hareket eden Türk devletine karsi büyük bir oranda belirleyici olan devletlerin kimi zaman yaptıkları açıklamalar merakla bekleniyor ve direnişten daha çok ilgi uyandırıyor. İçimizde yanan ateşin soğutulması için Kurdistan Özgürlük Hareketi’nden daha çok (neredeyse) ABD, Rusya ve AB ülkelerinin tavrı bekleniyor. Anılan ülkelerin politik adımlarına bakacak olursak elbirliğiyle kimi zaman açıkça, kimi zaman da gizliden Türk devletinin çıkarları doğrultusunda bir sürece sokulmak istenildiğimizi görüyoruz.
Günümüz dünyasında mazlum ve mağdur olduğumuzu sürekli haykırmanın bir karşılığı yok, çünkü bu duygusallık sadece halka hitap ediyor. Tek belirleyici olan “güç” ve “çıkarlar” doğrultusunda hareket etmek. Medya üzerinden edinilen bilgilere baktığımızda Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne dayatılan kararların kabul edilmediğini görüyoruz. Bunun bizler açısından sevindirici yanı, direnişin sürdürülecek olmasıdır. Dayatılan kararlara karşı bir halkın koruyucu ve savaşan güçlerinin kendi halkının çıkarlarını gözetmesidir. Elbette ellerindeki her olanağı değerlendireceklerdir. Her zorluğu dayatacaklardır ama tarihte bütün bir halkın direnişinin yenildiği görülmemiştir.
Bu çirkin tekliflerde bulunanlar, Türk devletine dönüp de başta Efrîn olmak üzere işgal ettiği Kurdistan coğrafyasından çıkmasını dayatmıyorlar. Hayatlarını cehenneme çevirdiği Kürtlerin haklarını teslim etmesini söylemiyorlar ama bizlere havuç uzatmak babından “çözüm süreci gelebilir, Esad ile anlaşın, yönetilen yerleri devredin, böylece Türk devleti saldırmasın” diye oyalamayı dayatıyorlar.
Sorunun bir ülkenin işgal edilip sömürgeleştirilmesi olduğu gerçeğini görmeyenlerle ne konuşulacak, ne çözülecek? Demokrasi gelecekmiş, ne güzel !.. Biz kendi demokrasimizi kendi toprağımızda, kendi yönetimimizde kurarız. Türk devletine gelecek demokrasi onların sorunudur. Elbette sorunlu olduğu ilişkilerini düzeltmelerine yararı olacaktır ama bizim açımızdan kavramamız gereken sorunumuzun işgal ve sömürgecilik olduğu gerçeğidir, Türk devletinin sınırları içinde yaşadığımız ve AKP-MHP gidince yerine gelenlerle düzelecek bir demokrasi sorunu değildir.
Bir ülke işgal edilmişse ve işgale karşı direniş varsa, orada, iki rengin varlığı hüküm sürer: siyah ve beyaz… Başka renkler ve tonlar anlamını yitirir. Grinin sonsuz tonlarından ancak her iki halkın kendi varlığını özgür koşullarda sürdürecek düzeye ulaştığında söz edebiliriz…