Nuri Fırat: Parti Kapatan Anayasa Mahkemesi’ne Göre Kürt Nedir?

Yazarlar

Kayıtlara geçtiği kadarıyla Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından bölücülük ve Kürtçülük gerekçesiyle ilk kez 1970’te Türkiye İşçi Partisi kapatılmıştı. 1990’lardan itibaren ise, sırasıyla, HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DTP hakkında kapatma kararları verilmişti. Ayrıca DEHAP hakkında da dava açılmıştı. Bu arada Kürt siyaseti nedeniyle Emek Partisi ile Şerafettin Elçi’nin Demokratik Kitle Partisi de kapatılan partiler arasında bulunuyor. Son olarak hakkında Kürt meselesi nedeniyle dava açılan parti Halkların Demokratik Partisi (HDP) oldu ve seçimden önce olası bir kapatma kararının verilebileceği kaydediliyor.

Maksadım burada kapatılan partilerin seceresini tutmak değil; bilakis burada sözünü ettiğim bu partiler hakkında AYM’nin hangi gerekçelere dayanarak kapatma kararları verdiğine değinmek istiyorum. Böylece hem bu partilerin hangi gerekçelerle kapatıldığını ve daha da önemlisi hem de bu kararların Türk yargısının Kürt karşıtı tutumunu ve devletin resmi söylemini nasıl yansıttığını daha iyi anlayabiliriz. (Bu konuyla ilgili nitelikli muhtemelen ilk ve tek çalışmayı yapan Derya Bayır’ın Türk Hukukunda Azınlıklar ve Milliyetçilik (Bilgi Üniversitesi Yayınları-2017) adlı kitabını referans aldım.)

Farklı millet, azınlık, ırk ve dilin varlığına dair iddialar karşısında, diğer yargı organları gibi, geçmişten bugüne tavizsiz bir duruş sergileyen AYM de, “ülkenin ve milletin bütünlüğünü” veya tekliğini “Türk milleti” mefhumu üzerinden korumaya devam etmiştir. Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kapatma kararı gerekçesinde de bir kez daha belirtildiği üzere, AYM’ye göre, “Türkiye’de [elbette Türklerden başka] sosyolojik yapısı bakımından özgün nitelikli bir toplum yoktur.” Dolayısıyla AYM, HEP kararı gerekçesinde belirttiği gibi, Kürtlerin azınlık veya millet olarak kabul edilmesine dair görüşlere kapıyı kapatmıştır; “[ç]ünkü ‘[a]zınlığın sosyolojik ve hukuksal tanımlarına uygun bir nitelik Kürt kökenli yurttaşlarda bulunma[maktadır]’ ve kaldı ki ‘bilimsel ölçülere ve tarihsel gerçeklere göre… ulus olarak nitelendirilmeleri… olanaksızdır’.”

AYM Türk milletini tanımlarken çoğunlukla “ayrımsız”lık vurgusundan hareket etmiştir. Derya Bayır’ın aktardığı şekliyle, “Ona göre [yani AYM’ye göre] ‘Kökeni ne olursan olsun, ulus içinde herkes ayrımsız biçimde yer almakta, ulusun birliği olgusu böylece somutlaşmaktadır’. Yani Türk milleti içinde sayılmak, aynı şekilde muameleyi, ‘aynı… hukuka ve eşit haklara’ tabi olmayı ve aynı ‘sınırsız’ bireysel hak ve özgürlüklerden yararlanmayı gerektirmektedir.” 

Kısacası, AYM’ye göre de Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür! 

Kürt dilinin nitelendirilmesi de bu yoruma uygun olmuştur. AYM’ye göre, (örneğin 1993 HEP kararında) “özgün bir Kürt dili” yoktur; (örneğin HEP 1993, DEP 1994, EP 1997 kararlarında) “bin yıldan beri birlikte yaşayan, vatanın her yerinde iç içe kaynaşan çeşitli soy ve kökenden gelen bireyler arasında Türkçe en yaygın dil[dir]” ve Kürtçe “özgün” bir dil değildir. Bunlarla birlikte (örneğin yine HEP 1993 kararında) “kapalı ve açık özel ortamlarda, evde işyerinde, basın ve sanat alanında ana dilin kullanılması da yasak değildir.” Ancak elbette bu serbestliğin bir sınırı da vardır ve AYM bunu hatırlatmayı da ihmal etmemiştir. Bu nedenle “yerel dil, folklor ve kültür”, “[a]nayasal kavram olan Türk Ulusu ortak kimliğine karşıt tavır alınmaması kaydıyla esasen serbest”tir ve aynı şekilde “toplumsal renklilik ve zenginlik biçiminde” kalmak kaydıyla “mutluluk, gurur ve saygınlık” kaynağı olabilecektir. 

Aynı zamanda (Örneğin ÖZDEP 1993 ve DEP 1994 kararlarında) “resmî dilin her vatandaş tarafından bilinmesi, hangi alanlarda olursa olsun eşitlik ilkesinin hakkıyla uygulanabilmesi … bakımından yararlı, hatta zorunludur”; “resmî dili, genç ihtiyar, kadın, erkek her vatandaşın bilmesini sağlamak Devletin görevidir.”

Kürtlerin ve dillerinin yok sayıldığı veya değersizleştirilerek Türklüğe ikame edilmeye çalışıldığı bir durumda elbette Kürtlerin haklarından söz etmek, AYM’ye göre mümkün değildir. Bu nedenle AYM asimilasyon iddialarını da “tarihsel gerçeklere uygun” düşmeyeceği gerekçesiyle reddetmektedir; şöyle diyor örneğin AYM: 

“Böyle bir nitelendirmeyi şu bakımdan da kabule olanak yoktur ki, sözü geçen bölgedeki Türk vatandaşlarının asimilasyonundan söz etmek, onların toplumun çoğunluğundan ayrı bir varlıkları bulunduğunu ve bunun hukukça tanınması gerektiğini ileri sürmek anlamına gelir.” 

Nihayetinde AYM’ye göre, “Yasa, kürt kimliği, kürt adı yoluyla kürtçülükle bölülücük yapılmasına olur vermemektedir.” (Bayır 2017:337) 

Bu arada aktardığım bu son cümlede geçen Kürt kelimelerinin tamamı küçük harfle yazılmış ve Kürt kelimesindeki k harfine yapılan bu muamele, yani Kürt kelimesinin özel bir isim bile sayılmaması, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri görülen özel bir tutumdur. Bu yazım biçimiyle de Kürtlerin varlığının yok sayıldığını ve Kürt isminin değersizleştirilmeye çalışıldığını söylemek gerekir. 

AYM’ye göre, dikkat çektiği söz konusu “Kürtçülük” ısrarı aynı zamanda “ırkçılıktır”. İsmail Beşikçi hakkındaki Askeri Yargıtay’ın 1973’deki gerekçeli kararıyla 1990’lı yılların AYM’sinin ifadeleri aynı. AYM kararında şöyle deniyor: 

“Türkiye’de Kürt kökenli yurttaşların öbürlerinden hiçbir ayrılığı bulunmamaktadır. Yurttaşlar arasında bir ayrım varmış ya da yapılıyormuş gibi gerçek dışı bir savla ortaya çıkmak, ayrımcılığı amaçlayan bir kışkırtıcılık, demokrasiyle bağdaşması olanaksız bir girişim, hatta ırkçılıktır.” 

Özcesi, AYM’ye göre, Kürtlerin varlığını inkâr etmek, her türlü hak ve özgürlüklerini gasp etmek ve bunun için her türlü zor ve şiddete başvurmak ırkçılık olmuyor ve fakat bunun aksini söylemek ırkçılık oluyor. 

Burada dikkatinizi bir hususa çekmek isterim. AYM’nin “Kürtçülük” suçlamasıyla kapatılan partiler hakkındaki kararlarında geçen bu ifadeler, 1990’lı yıllara ait. Yani devletin zoraki de olsa artık Kürtlerin varlığını kabul ettiği bir dönemden söz ediyoruz. Ancak bununla birlikte AYM’nin ileri sürdüğü görüşler, aslında devletin nasıl bir kabule yanaştığını ve haliyle devletin Kürt söyleminin yeniden nasıl üretilerek devam ettirildiğini göstermesi bakımından da dikkate değerdir. Ayrıca burada aktardığım söylem biçiminin günümüzde de aslında hâkim devlet söylemi olduğunu rahatlıkla tecrübe edebiliyoruz. Nitekim 2009’daki DTP kapatma davası gerekçesinde de benzer ifadelere rastlamak mümkündür. Ayrıca bugün devam eden HDP hakkındaki kapatma davasında ileri sürülen gerekçeler de farklı değildir. Bütün bu kapatma davalarında söz konusu partiler “terör odağı haline gelmekle” yani PKK ile ilişkilendirilmekle suçlanırken, esasında Türkiye’nin kuruluş felsefesi olan Türklük korunmakta ve Kürtlerin hak ve özgürlüklerine dair talepler, yüzyıldan beri yapılageldiği üzere, bu şekilde terörize edilmektedir. Olup biten gerçekte bundan ibarettir. 

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: TİP, ÖDP benzerliği
Behice Feride Demir: Söz Yazarlığı

Öne Çıkanlar