” Uluslararası sistemler, tehdit altında yaşarlar.”
Sanki gizli bir el uzun zamandır Fransa’nın içteki siyasi ortamı ve dıştaki siyasi ortaklıklarını karıştırmak için pusu atmaktadır. Ve bu el her hamlesini Paris’ten yükselen mesajlara göre yapmaktadır. Fransa, eski ve yeni dünyanın tüm maliyet ve yükümlülüklerine hem maruz kalan hem de buna müdahale edebilen ülkelerden biridir. İki dünya savaşında tozlanan parıltısına, Avrupa Birliği’nde kültürel ve siyasi karizmasını yenileyerek devam eden Paris yönetimi, elbette bunu liderlerinin cesaretine ve politik tarihinin derinliklerine borçludur. De Gaulle’ün ardıllı olan özellikle Mitterrand ve Chirac’lı yıllar Fransa’yı yeni dünya düzenine de bu saikler üzerinden adapte etmiştir. Sarkozy ve Hollande dönemleri küçümsenmeye gelmese de özellikle Hollande’nin ekonomi bakanlığından Elysee’nin başkanlığına geçen Emmanuel Macron’un dönemi günümüzle değişen jenerasyonların ufuk farkı açısından önemlidir.
Afrika haritasında Afrika boynuzunu oluşturan ülkelerin batısındaki yerler Fransız Afrikası olarak adlandırılmaktadır. Bu günlerde bu bölgeden gelen haberler hem Macron’un anı defterini hem de ülkenin gelecek vizyonunu rahatsız eden notlar içermektedir. Tartışmalı emeklilik yasası ile Hollande hükümetinde ön plana çıkmış, medya ve gençlerin yoğun ilgisi ile aday adayı gösterilmiş ve bir reaksiyoner gibi partisiz olarak Cumhurbaşkanı seçilen Macron’un, tarihin ona bahşettiği bu şansı nasıl kullanacağı tam belli olmasa da ,her batılı lider gibi, global ölçekli risk yarışından payını alacağı aşikardır.
Emeklilik yasasına karşı süren protesto ve grevlerin ayları alan yorgunluğu geçmeden, Marsilya merkezli talan ve yağma olayları baş göstermiş ve olayların nedenleri kamuoyunda kimi politik parametrelerin yeniden tartışılmasını beraberinde getirmişti. Bu yüzden Afrika’dan gelen kronik askeri darbe haberleri hükümeti ve devleti stratejik bir bütünlük içinde yeni çözümler üretmeye zorlamaktadır. Zira görev süresi 2027’de bitecek olan Macron’un özgün bir siyasi merkeze dönüşüp dönüşmeyeceği ise bu olaylar karşısında göstereceği reflekslere bağladır artık.Bu reflekslerin taraflara yüklediği dış politika stratejisi içerdeki dengelerinde kaderini belirleyecektir.
İşte pusu atan ellerin hamleleri burada ortaya çıkmaktadır. Zira Cumhurbaşkanı Macron, görev süresi boyunca dünya dengelerine rıza göstermeyen ve Fransa’nın kendine özgü liderlik marjını hatırlatan bir imaj çizmiş ve buda uluslararası ortakları ile tartışmasına sebep olmuştur. Françafriquen ülkelerinin son üç yıllık siyasî ve askerî durumları bu nedenle önemlidir. Zira bu ülkeler Fransa’nın teknolojik ve ekonomik pazarının enerji tahkimini sağlayan zengin hammadde tedarikçileri oldukları kadar, başka devletlerinde iştahını kabartan risk alanlarını da oluşturmaktadır. Bu yüzden Afrika’da yaşanan gelişmelere farklı ve hızlı tepkiler de gelmeye devam ediyor. Bizatihi Cumhurbaşkanı Macron, olanları ” Bir darbe salgını”olarak nitelendirdi.
Senegalli Yazar Alain Mabanckou’da olayları ” Bir Kongo havzası devrimi olarak ” sahiplenip ” Arap baharına”eşitlerken, eski bir büyük elçi olan Pierre Jacquemot, ” Darbenin arkasındaki asıl realitenin önemli olduğunu, bunu bir çağın sonuna geliş ve Afrika’da demokratik seçim sisteminin ölümü” olarak adlandırmaktadır. Kuşkusuz dünya siyaset aklının karıştığı bu tür olaylarda neden ve sonuçlar tam olarak bilinmez ve ihtimaller havada uçuşur. Ancak, Henry Kissinger’in yıllar önce yeni dünya düzenini tarif ederken Fransa için sarf ettiği bazı sözler, uluslararası güçlerin birbirini beklenmedik yer ve zamanda dengeleme veya uyarma konusundaki fırsatçılığına örnek oluşturmaktadır. Keza büyük devletlerin politik mesajlaşmaları Whatsapp ve Twitter mesajlarından öte perde arkası rekabetin kurgularına göre cereyan etmektedir. “Kuzey Atlantik İttifakı içindeki iç ilişkilerin ayarlanması, Amerika ve Fransa’nın Atlantik ilişkileriyle ilgili görüşleri arasındaki bitmez tükenmez çekişmenin etkisi altındadır. Amerika NATO’ya entegrasyon bayrağı altında egemen olmuştur.
Avrupa’nın bağımsızlığını savunan Fransa, AB’ye şekil veren ülkedir. Anlaşmazlıkların sonucu, askeri alanda Amerika’nın rolünün Avrupa’ya politik bir kimlik kazandırmayacak kadar çok egemen olması, Fransa’nın rolünün NATO’da birlik sağlamayacak kadar Avrupa politik otonomisinde ısrarlı olması olmuştur.” Kissinger’in yıllar evvel dikkat çektiği bu gerilim bir ironi olarak Macron’a denk gelmiş ve nihayetinde Cumhurbaşkanı Macron’un 2019’da The Economist’e verdiği bir röportaj bu konuda şalterinin atmasına sebep olmuştu. “NATO’nun beyin ölümünün”gerçekleştiği hakkındaki sözleri dünya medyasında ve siyasi çevrelerde çok tartışılmıştı. Bu açıklamadan iki yıl sonra Fransa’nın ezeli rakibi olan İngiltere, Fransa’nın büyük bir askeri ekipman satışı yaptığı Avustralya’yı ihaleden vazgeçirtmiş, Amerika ile beraber AUKUS adlı yeni bir güvenlik antlaşmasına imza atarak Fransızları boşa düşürmüştü. AUKUS grubu bunu izleyen başka işlere de imza atmış ve Ukrayna savaşı ile beraber AB’nin hareket alanını daraltan bir pozisyonunda takınmaktan da geri durmamıştır.
Afrika’da art arda yaşanan darbeleri uluslararası nizamın birbirini dengeleme ve mecburi uzlaştırma perspektifinden ayrı düşünmek bu yüzden imkansız. Global dünyanın birbirine müdahale gerçekliği uzay,kara ve denizlerle sınırlı kalmayacak kadar artık ekonomik,siyasi,istihbari,insani ve teknolojik olarak iç içedir. Nihayetinde bunun yansımalarını şimdiden Fransız iç siyasetinin 2027 seçimlerine giden stresinden anlamakta mümkündür. Göçmen sorunu, radikal islam,işsizlik,Ukrayna savaşı, ırkçı partilerin reorganizasyonu ve liberallerin dahi mevzi kaybetmeye başlaması tüm Avrupa’nın gündeminde olsada, Fransa diğer AB ülkelerinden hem bu başlıklardan hem de kendi tarihsel ağırlığı bakımından ayrılmaktadır. Fransa’da son 20 yıldaki seçimlerin ilk tur galibi olan sağın yerini koruması, hatta 2022 de Eric Zemmour’un Reconquête ( yeni fetih) adlı aşırı sağcı hareketiyle gençleri etkilemesi ve FN’nin genç Jordan Bardella’yı başkanlığa getirişi 2027’deki seçimlerin çok zor geçeceğinin ilk emarelerdir. 2017’de büyük bir vizyon belgesi ile iktidara gelen Emmanuel Macron’un, göçmenler, laiklik, işsizlik gibi sağın klişe ithamlarına maruz kalması ve ılımlılıkla suçlanması sağ partileri daha da radikalleştirirken, sol muhalefetin yenilik üretememesi ve lider angajmanını aşmaması seçimlerin riskini arttırmaktadır.
İki dönem sınırı nedeniyle aday olamayan Macron’un hükümetteki mevcut dört bakanının şimdiden adaylık için nabız yoklamaya başladıkları bilinmektedir. Marsilya olaylarında polise aşırı destek vermekle suçlanan İçişleri bakanı Gerald Darmenan geçtiğimiz hafta sonu seçim bölgesi olan Tourcoing’ te Başbakan Elizabeth Born ve üç bakanın desteği ile adeta adaylığını açıkladı. Darmanan’ın bu önemli adımına karşılık, bir diğer adaylık iması da sağcıların desteğini çeken ve okullarda aba giymeyi yasaklama kararı veren Eğitim Bakanı Gabriel Attal tarafından geldi. Attal ve Darmanan hem sağa kulak verip hem de liberal kesimlerin de desteğini isteyen tavırlar geliştirirken,Melenchon ve Segolene Royal’ın sol cenahı nasıl ikna edebilecekleri ise henüz bilinmemektedir.
Elbette birde bekleme modunda olan ve tüm taraflardan oy alma potansiyeli olan eski Başbakan Eduard Philips’i asla unutmamak gerekir. Ancak Philips’in adaylığı tüm gelişmelerle en orantılı durumu sembolize ettiğinden şimdilik ön plana çıkması zor görünmektedir. Keza sağın yükselmesinin Avrupa güç dengesi için önemli bir risk olacağı muhakkak ama Fransa’nın AB’nin kalbi varsayıldığı bir ortamda sağın kıtaya hakimiyetinin global ölçekte kimlerin işine geleceği en büyük soru ve sorun olarak durmaktadır. Afrika’daki darbelerin iç siyasete ekonomik ve siyasal olarak nasıl fatura edileceği bilinirken bunun salt bir grup Afrikalı askerin demokrasi merakı olarak yormak için çok erken. Şimdilik tek gerçek bu.Ancak Fransız toplumunun kendi tarihine yön veren çok önemli bir özgürlük refleksi var ki oda dünyanın başını en döndüren en büyük sürpriz eli’dir, nerde ,ne zaman kimin suratına ineceği pek belli olmaz.
İyi pazarlar…