Süleyman Demirtaş: Kewê…

Yazarlar

Yurda uğrayıp çantamı toplayacam. Sonra gara, oradan da halamlara gideceğim. Hafta sonları ev havası solumak iyi geliyor. Yurtta hep terlikle gezdiğim için halıda yürümek bile özleniyor. Yurdun aidatını ödüyorum ve imkanlarından faydalanıyorum tabi ki ama yine de insanın evi gibisi yok. Üstelik halamın yemekleri yarış arabalarının pit stop’a girip yakıt ikmali yapması, lastik değiştirmesi gibi yeniliyor beni…

Sümer öğrenci yurdu Adana’da Sümerbank’tan dönüşme, devlete bağlı bir yurt. 500 civarında üniversite öğrencisi kalıyor. İlk kaydolduğum anda dahi hissetmiştim ki burası benlik değil. Belki de faşist bıyıklı, uzun boylu, çelimsiz adama ikametgahımın Diyarbakır olması batmıştı. Tek o vardı bu halde belki de. Gelir gelmez de ona rastlamıştım. Günler sonra idarecilerin bıyıkları bademleşse de, kadın da olsa kafalarının aynı olduğunu öğrendim. Bunlar namaza durup Allah’a ibadet edip, dua edip, yalvarıp, yakarıp cennet istedikten sonra seccadelerini toplayıp ırkçılık, faşistlik, Türk-İslamcılık yapan şekilsizler. 

Tabi ki şekilleri yok, hangi bardağa koyarsan onun şeklini alıyorlar. Cuma fetvalarında Allah’ın dediğini değil o hafta iktidarın ve ona hizmet eden diyanetin ne dediğini dinleyip namazlarını eda ediyorlar. Faşizm ve ırkçılık öyle bir illet ki, üstünü ne Türklükle ne de İslamla örtemiyorlar. Kabak gibi ortaya çıkıyor. Şefaat ya Resulallah (!) ne yapacaz bu senin hastalıklı kullarınla. Üstelik güçlüler ve iktidarı ele geçirmişler. Zulümlerinin haddi hesabı kalmadı. Bizim sınavımız da bu mu? 

Liseyi Diyarbakır’da 90’larda okuduğumda ilaç için arasan sivil bir faşiste rastlayamazdın. Faşistlerimizin tamamı resmi görevlendirmeyle gelmişlerdi. Devlet politikasının maymuncukları. İşkenceci vicdansızlar! Meslek, iş gibi  yaptıklarını tamamlayıp ellerini yıkayıp çocuklarıyla, hanımıyla sofraya oturuyorlardı. Onlar da normal insanlar gibi krediler çekip ev falan alıyor, tatile gidiyor, belki de maaşlarının yetersizliğinden veya lojmanın boyasının dökülmesinden rahatsızlardı. İnsanları asit kuyularına atıp ay sonu da maaş almak ve sigortalı bir iş sahibiyim demek olmazdı tabi. Onları güdüleyecek bir doktirin lazımdı. Eyyyy Türküünnn evlaaddıı!!! İslaam sancağının ordusuuu (!) gibi haplar yutturulmuş, özünde Anadolu kırsalının eziklenmiş çocukları. Bizim resmi faşistlerimiz bunlardı. Şimdi bu sivil faşistlerle ilk karşılaşmam. İnsan maaş almadan faşist olur mu ? Enteresan geldi. Okulun ilk günlerinde Adana’nın akşam sıcağında Antepli bir arkadaşın çaldığı sazı dinlemek için 6 kişi bir yurt odasındayız. Pastel sesiyle söylediği türkülerle mayışmışız. Pencereden ara ara esen akşam esintisi ile uyukluyorum desem yeridir. O sıra oda kapısı açıldı, önde kasılmaktan çatlayacak gibi duran biri, arkasında da 15-20 kadar kişi de odada yasak aşk bulmuş mahalle kabadayısı posu kesen ama bir pıxx (!) desen bir ayağı kaçmak için geride duran yurttan yeni arkadaşlarımız. Şu yurtta sulh denen yurt bura değil galiba. Ya da bize değil o sulh. Dezgeye geldik!

”Yeter artık kaldırın sazı, burda saz çalınmayacak ” diye var gücüyle lafa girdi en öndeki. Gözlerinde rolü yeni kapmış, kesin başarması gereken amatör oyuncu bakışları var.

İnsanın önce ‘bravoo bravoo, gayet iyi bir girişti’ deyip alkışlayası geliyor. Bir kaç saniye afalladıktan sonra kalkıp, ‘Sen kimsin! Seni ne ilgilendiri sazımız? dedim.

‘Ben bu yurdun reisim’ cevabını verdi.

Gerçekten hafızamı mı yokladım yoksa tırstım mı o an tam hatırlamıyorum ama ben reisin ne demek olduğunu bilmiyorum. Öyle bir bilgi bulunamadı hafızamda. Acaba resmi yurt görevlisi falan mı bu. Yani reis olarak iş başvurusu yapmış, gerekli mülaakatlardan geçip işe mi alınmış acaba. Çocukken de hayali reis olmak mıymış acaba. Yavrum sen büyüyünce ne olacan diye sorana 

”Büyüyünce reis olacam amca” mı diyormuş. 

Hiç sanmıyorum öyle olduğunu. Bunlar sivil faşistler. Kürtçe müziğimize ve bize saldırmaya geldiler. Olur da bu yazıyı okuyorsan Osmaniyeli Şaban, o an beklemediğin bir karşılık görmüş olmanın ve sonrasında da bu nedenle partin tarafından görevden alınmanın, rütbesiz bir faşist olarak hayata devam etmenin sebebini şimdi açıklıyorum. Ben çok heyecanlanmıştım o an. İlk defa sivil faşist görmüştüm de ayıptır söylemesi.

O nedenle Zaloğlu Rüstem gibi, ”Reis meis tanımam. Reis varsa bundan sonra benim” narası ile üzerinize yürümüştüm. Geri adım atmanızı korkaklığınıza vermiyorum bakın, yanlış anlamayın sayın faşistler. Sizler de o an fark ettiniz ki bu değişik birşey, normal değil. Akıllıca bir geri adımdı. Takdir ettim. Görmemişin sivil faşisti olmuş misali içim kıpır kıpırdı. Ay ben sizi yerim şeker şeyler, hele bir daha söyleyin, ‘ne yapak ! ne yapak!’ saz çalmayak mı? ‘

Amed ağzıyla içimden “wey benim başımla bereber” diye geçirirken birden üzerinize kapaklanıvermişim.

O zaman HDP, halkların kardeşliği, ortak yaşam falan icad edilmemişti daha. Eldeki imkanlar dahilinde kim kimi nerede kıstırırsa orda indiriyorduk. Sizin bütün reislerin saza allerjisi var meğer. Şimdiki nesil bilmez tabi, oturun twitin başına sallayın. Bizim zamanımız öyle miydi Allah aşkına hele bir söyleyin sevgili sivil faşist arkadaşlar. Bir emek vardı nihayetinde. Ocaklarda bütün mahalle organize olup kampüsü basmak zorunda kalıyordunuz. Aksi halde orda sazlar çalınıp kolkola halaya duruyordu insanlar. Buna neden karşıydınız o zamanın imkanları ile anlayamadık.

Meğer o kamplaşmadan, toplumu Alevi, Sünni, Kürt,Türk diye ayrıştırmaktan ekmeğiniz çıkacakmış. Sonra iktidar olup kasayı tam takır boşalttığınızda anladık neyin peşinde olduğunuzu. İlahi sivil faşist arkadaşlar, bir alemsiniz inanın! Hayır biz de sizi öyle gerçek bir ülkü peşinde, ülkeyi yüceltme peşindesiniz de biz size ayak bağı oluyoruz falan sandıydık bir ara. E desenize be kardeşim amacınız ceplerinizi doldurmakmış. Var tabi aranızda çizgi, ülkü sahibi olanlarınız. Onlar iktidara, devleti soymaya karşı koydular. Kimileri partiden atıldı, kimileri Ankara’nın ortasında infaz edildi. O cephede de demirin tuncuna, insanın piçine kaldık yani. Koca devrimci hareketler kalkıp şimdi yolsuzlukla mücadeleyle mi uğraşacaktık.

Oysa işin bir ciddiyeti vardı “Terörle Mücadele” adında heybet var. Fakat sizin şubeniz şu aralar hırsızlık ve yolsuzluk masası, uyuşturucu ticareti, kadın cinayetleri, tecavüz, çocuk istismarı … pisliğin dibi yani. Bizim şube anıyla şanıyla şükür “terörle mücadele” Terörün bir ülkeye bu kadar şan şeref kattığı başka bir coğrafya yok sanırım. Teröristlerinizle sizler de gurur duyuyorsunuz biliyoruz.

Yurdun halleri genelde böyleydi. Gaza getirilmiş biri ortaya atar kendini, reis oldum ben diyip etrafa pos keser. Şimdi ise bütün yurdu sardı aynı trajikomik olay. Yakındır ki birinin,

”Madem reislik var, yeni resi benim!” demesi. O da olacak yani varsa reislik, kusura bakmayın. Yeni reisiniz bir Kürt de olabilir.

Bir yurtta herkes evinde gibi rahat değilse, en fazla aidatını öder imkanlarından faydalanır o yurdun. Siz de oda baskınları yapar sazımızı, sözümüzü kesmeye çalışırsınız. Biz de imkanlar dahilinde size direnir, bu haksızlığa boyun eğmeyiz. Sonra iktidar falan olur ülkeyi soyarsınız. Vazgeçmeyiz yine de biz, o nedenle adımız yurtseverdir. O nedenle vicdanı, onuru olan bizden taraf durur. Size insanın eziği, vicdanın büzüğü kalır.

Halamın adı Kewê, ailemizin reisidir. Evinde hep bir Halil İbrahim sofrası serilidir. Kimse aç dönmez ordan. Bereketi, rahmetli eşi Halil dedemizin de ömrünce verdiği emektir. Halil’in babasının adını taşıyorum, Süleyman. O yüzden “baba ocağı” derler bana. Bizim reisimiz merhamet ve iyilik abidesidir. En çalışkanımız, en adil olanımızdır reis.

Kewê den başka reis tanımayız biz. İnsan katledene, zulmedene, hapsedene,çalana, talana, yan bakana reis demeyiz biz.

Ocağımızda harama el uzatan da, zulme boyun eğen de olmaz.

İlginizi Çekebilir

ABD’nin 47. Başkanı seçilen Trump, ocakta göreve başlayacak
İran: Trump’ın seçilmesi bir değişiklik yaratmaz

Öne Çıkanlar