Politika akılla yapılır, duyguyla yapılmaz, hele hamaset edebiyatıyla hiç yapılmaz. Politikayla uğraşıyorsanız yazım ve konuşma diliniz buna uygun olur. Fikirlerinizi, açık, olgularla desteklenen ve saygı görmenizi sağlayacak bir tarzda ifade edersiniz. Bu durum sizin ciddiye alınmanızı ve fikirleriniz kabul görmese bile tartışılmasını sağlayacak bir saygınlık kazanmanızı sağlar.
Böyle yapmayıp, i̇nsanların duygularını okşayacak ve yalan yanlış bilgilerle edindikler “fikirlerini” gerçek sanmaları yolunda adım atarsanız, fikirleriniz ve yazılarınız “kahve sohbetinden” öteye geçmez ve sohbetin sonunda çöpe atılırlar.
Erdoğan’ın görünür iktidarının altında TC’nin Osmanlı’dan devraldığı emperyal heveslerinin küllenmiş ateşinin karada ve denizde yeniden alevlendirilmeye çalışıldığı bir dönemde, muhafazakarından sosyal demokratına, faşistinden liberaline kadar koro halinde hep beraber aynı şarkının söylendiğini görüyoruz.
Bir yandan Erdoğan’ın diktatörlüğünden şikayet edip diğer yandan konu Kürtler veya “devletin bekası” olunca hemen Erdoğan’la aynı safa dizilmek politik olarak sefaletin sahne almasından başka bir şey değildir.
TC’nin içte ve dışta güç kaybına uğradığı bir dönemde Akdeniz ve Ege’de şimdilik söylem düzeyinde de olsa adım atması bu koroyu da harekete geçirdi. “Izmir’de denize döktük, Ilk hedefiniz Akdeniz…”
Koroya Fikri Sağlar’da katıldı ve Macron’a cevap verme adına “kurtuluş savaşımızı iyi okuyun, topraklarımıza emperyalizmi döktük, denizlerimize de dökeriz” türünden bir açıklama yaptı. Bu zavallı, bu tarihi gerçekliklerden yoksun açıklamayı düzeltmeye nereden başlamalı?
- Kemal önderliğinde bir “Kurtuluş Savaşı” ve “denize döktük” dediğiniz Sakallı Nurettin Paşa’nın Izmir’e girip Ermeni ve Rum yerleşim alanları yakıp, yıkmasıdır. Canlarını kurtarmak için denizde bekleyen Yunanistan donanma gemilerine binmek için çırpınan ve kurtaramayanların ise ganimet ve katliam sevdalısı TC askerleri tarafından öldürüldüğü vahşetten gurur duyuyorsanız söyleyecek fazla sözüm yoktur ama tarihi gerçeklikten haberiniz yoksa, “twitter”de klavye silahşörü olmadan önce klavyenize mermi doldurmak için tarihi başka kaynaklardan da okumanızı öneririm. En azından kurusıkı mermi kullanmazsınız.
Gelelim “Kurtulus Savaşı” efsanenize… 1923 yılından beri topluma öyle empoze edildi ki çoğunluk bunu gerçekten “Mazlum Milletlere” örnek olmuş devrimci nitelikte ve emperyalizme karşı verilmiş bir savaş sanıyor.
İster sizinle ister başkalarıyla tartışmaya hazırım ancak burada konuyu uzatmamak adına kısa başlıklar altında, yazıyorum. Bugün denize dökmeye niyetlendiğiniz Fransa var ya: işte o Fransa 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşmasıyla silahlarını bile bırakarak çekildi .
İngilizler mi? SSCB ile emperyalist devletler arasında tampon ülke olması için M. Kemal’i destekledi ve aradan çekildi. Almanya mı? 1. emperyalist savaşı kaybetmesi nedeniyle belini bile doğrultamaz haldeydi. Buna rağmen yine de yardımda bulundu.
SSCB’nin silah ve altın yardımlarını biliyorsunuzdur. Öyle bir “Kurtulus Savaşı” ki katılmayana ölüm cezası verildi, her evden insan olmasa bile kıyafet, yiyecek zorla alındı. Demekki gönüllülük esası yokmuş. İstiklal Mahkemelerine hiç girmeyelim isterseniz. “Kurtuluş Savaşı”nızın toplam ölüm sayısı bile tartışmalıdır.
Emperyalizme karşı mazlum millet savaşı kulağa hoş geliyor ama Kurdîstan ve Ermenistan gasp edilerek yapıldı ve yazılıp anlatıldığı gibi değildi. Kabul etmeseniz bile gerçek şuydu: zorlama bir yorumla ‘’Türk-Yunan savaşı’ yapıldı diyelim.
Burada sosyalistler ve demokratlar açısından en kötü olanı, SSCB’nin ayakta kalabilmek için M. Kemal’i desteklemesidir. Komintern kararı uyarınca SSCB ile iyi geçinen devletlerin hükümetlerinin desteklenmesidir, Kürt isyanlarinin gerici olarak görülmesidir.
Belki şu soruların cevabını biliyorsunuzdur: F. Çakmak neden ilk süreçte anılarını kitap olarak basamadı, neden evi basıldı yazılarına el konuldu? İzmir İstiklal Mahkemesi tarafından neden tutuklandı veya “Milli Mücadele” dediğiniz süreci ilk örgütleyenlerden olup sonradan yönetimi M. Kemal’e nasıl kaptırdı?
Hatta Çerkes Ethem neler yaşadı? Bağımsız kaynaklardan okusanız bile aydınlanırsınız. Ama haklısınız kitlenize vatan, millet demeniz yetiyor.
“Sosyal demokrat” olduğunuzu söylüyorsunuz. Ne büyük talihsizlik, ne büyük utanç… Keşke Demokrat olsanız, daha iyi olurdu.
Sosyal demokrasi, aralarında antagonist çelişki bulunan kapitalist ve işçi sınıfını uzlaştırmak adına Marxizmden çıkarılmış bir düşüncedir, Avrupa devletlerinin öncülüğüyle Marxizmi yenilmiş, geri bir düşünce olarak kabul ederek revize edilmiş bir düşüncedir. Bu haliyle bile utanılması gereken bir durumdur.
Basitçe yazayım: İki düşman var, birinin elinde ağır silahlar, diğerinin ise elinde sadece bir sopa var. Ağır silaha sahip olan her zulmu deniyor, sopalı olan ise direniyor. Başka birisi araya girip uzlaşmadan, ortak yaşamdan söz ediyor. Onuru olan insan zulme direnir, direnenin tarafında olur. Katille maktulü uzlaştırmak da neymiş?
Macron’a silah çekmeden önce her türlü silahla ve devletin ideolojik aygıtları ile Kürt halkına saldıran emperyal TC’ye karşı olsanız iyi olurdu. Böylece yapmış olduğunuz “felsefenin sefaleti”ni yaşamamış olurdunuz…