Ali Engin Yurtsever: Suskunluk Sarmalı

Yazarlar

Fikirlerin tek başlarına önemi nedir, maddi güçler tarafından desteklenmedikleri sürece kendi başlarına neyi, ne kadar değiştirebilirler? Örneğin, özgür , eşit ve adalete dayalı bir hayatı sadece o fikri taşıyarak kurabilir miyiz, yoksa bu fikri gerçekleştirebilmek için maddi yığınların hareketine mi ihtiyaç vardır? 

 Geçmişten bugüne, bugünden yarına toplumlar yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek fikrini taşıyarak ve üreterek varlıklarını sürdürdüler ve bu konuda da kendilerini, kendi içlerinden çıkmış önderlerin peşinden giderek var ettiler. Bu yolculukta kimi zaman inanç, kimi zaman da siyasal adımlar kendilerine eşlik etti.

Peki, binlerce yıldır kendi yaşamlarını değiştirecek fikirlere ve o fikirleri hayata geçirmeleri için kendilerine önderlik edenlere sahip olmalarına rağmen (devrim durumları hariç) neden toplumlar bedel ödemeye gelince adım atmaya cesaret edemediler, neden önderler ve bir avuç inanan dışında bedel ödeyen kimse olmadı, neden bedel ödeyenler “cahil cesareti, erken fedakarlık suçu ve toplumu değiştirme cüreti ile” suçlandılar? İçten içe duyulan hayranlık ve saygı, dışa vuruma gelince keskin bir giyotine dönüşüp baş kaldıranlara karşı olanca keskinliğiyle indi. Çünkü “onlar”, kendilerinin yapmak isteyip de yapamadığını yapmaya cüret etmişlerdi.

“… Henüz zamanının gelmediğini herkesten daha iyi bildiğimiz … ve dünyanın bu işlere dair tarihsel bir yargıya varabileceği günler gelinceye değin, bizleri canavarlar olarak niteleyecekler” K. Marx,  (Weydemeyer’e mektup 12-04-1853)

Bu davranışın nesnel gerçekliğine dair sayfalarca yazabilir, adlandırmak konusunda da öneriler sunabiliriz. Ancak bu konu, üzerinde düşünülüp, araştırma yapılmış ve Alman siyaset bilimci Neumann tarafından kavramsallaştırılmıştır: Suskunluk Sarmalı… 

 Bu teoriyi kabaca şoyle yazabiliriz: bir kişi savunduğu fikir, mensubu olduğu grubun kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi dışlanma korkusuyla kendini kısıtlar ve fikrini söylemekten vazgeçer, aynı kişi fikrinin toplumda yaygınlaşmaya başladığını sezerse fikrini yüksek sesle söylemeye başlar. 

 Baktığımızda kendimizden bir parça bulduğumuz teori, nesnel bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Evimizde, çevremizde, okul veya grubumuzun içinde boğulduğumuz bir sarmal bu. Genel anlamıyla iki şekilde varlığımızı sarmalamış diyebiliriz: karşı olduğumuz sosyal veya siyasal yapı, içinde yaşadığımız sosyal veya siyasal yapı. Şimdi Suskunluk Sarmalı’nın nasıl yaşandığına değinelim…

Karşı olduğumuz sosyal ve siyasal yapı, egemen düşünncenin yapısı olduğu için geniş bir örgütlülük ağı içererek bir anlamda “devlet ve ideolojik aygıtlarıyla” beraber hayatlarımızı kuşatır. Geniş kitleler hayatlarından memnundurlar. Yoksulluk içinde yaşarlar, eğitim düzeyleri vasattır, olayların ardındaki nesnel gerçekliği araştırma gereği duymazlar.

İktidarın gösterdiği yöne bakarak yoksulluk, geri kalmışlık, dogal afetlere karşı tedbirsizlik gibi sorunların temelinde ya kadercilik ya da (kim oldukları bir türlü net ifade edilmeyen) dış güçlerin olduğunu düşünürler. Toplumsal sorunların kaynağını sorgulamazlar ama tekrar edilen olaylar kendilerini düşündürür ve bir şeylerin yanlış gittiğini sezerler ama bilince çıkaramazlar.

Bu yanlışlıklar zincirinin bir yerinde karşı çıkanlar tarih sahnesinde belirirler. Bütün bu yanlışlıkların üstüne örtülen şalı tek hamleyle alır ve duyulmak istenmeyen sözleri, görülmek istenmeyenleri ortaya çıkarırlar. Bu andan itibaren kurulmuş bir saat gibi devletiyle bütünleşmiş kitleler kendiliğinden bir tavırla saldırıya geçerler. Çünkü sezdikleri ama korktukları gerçekle yüzleşmek zorundadırlar ve kendilerini gerçek değil, gerçeğin söylenmesi rahatsız ettiği için saldırmak zorundadırlar.

Sarmalın içinde olmak güvenli bir sığınak gibidir onlara. Ne zaman gerçeği görüp tavır alanlar çoğalırsa o zaman geniş yığınlar da tavır almaya başlarlar hatta kraldan cok kralcı olurlar.

İçinde olduğumuz sosyal veya siyasal yapıya bakarsak, açıkça kabul etmeliyizki bizler de kendi suskunluk sarmalımızın bir parçasıyız. Özgürlük isteğiyle örgütlenmek ve mücadele etmek, o yapıda yer alan herkesin aynı bilinci taşıdığı anlamını içermez. Kültürel davranışın kuşandığı sınıfsal ve ulusal bakış açısı farklılığı her yönüyle belirginleşir ve çoğu zaman belirleyici olur.

Yanlış stratejik ve taktik belirlemelerine karşı yürütülen teorik ve pratik mücadele tıkanmaya başladığında tıpkı karşı olunan anlayışta olduğu gibi gerekçecilik ve başka noktaların sorumluluğu devreye girer. Oysa herkesin aynı şeyleri savunması hangi tarafta olursa olsun bir soruna işaret eder. Üretim ilişkilerimizin yarattığı altyapı ve üstyapı ilişkilerinin kaçınıllmaz sonuçları olarak bunları yaşıyoruz, yaşayacağız da.

 Sonuç olarak nesnel gerçekliği unutmamak kaydıyla diyebilirim ki üretim ilişkilerinin belirli bir aşamasına karşılık gelen bu durum dönemseldir, tarihin motoru olan hareket kavramı her yerde her zaman bütün ilişkilerin aşılmasını dayatır. Sürenin kısalığı veya uzunluğu, kişilerin bakış açısı, mücadeleye etkisi ne olursa olsun, nesnel gerçekliğin karşısında tuzla buz olurlar. Suskunluk sarmalı silinir gider.

İlginizi Çekebilir

Eyüp Ensari: Akşener’in bölge gezisi!
 Uğur Güney Subaşı: Çifte Z

Öne Çıkanlar