Emekli amirallerin bildirisi siyasette yeni bir evreye geçişe işaret eden tartışma ve hareketlilik yarattı. Yargı harekete geçti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “Devletin Güvenliğine ve Anayasal Düzene Karşı Suç İşlemek” iddiasıyla soruşturma başlattı.
Kısa bir süre önce benzer içerikte 126 emekli büyükelçinin basın açıklamasına iktidar çevresinden en küçük tepki gelmemişti.
Ama dün değerlendirme sonrası konuşan Cumhurbaşkanı bu açıklamayı da sorunlu olarak tanımladı. Darbe soruşturmasının genişletebileceği sinyalini verdi.
Hiç kuşkusuz ki, emekli askerlerin bildirisinin arka planında darbe girişimi değerlendirmesini haklı gösterecek bilgiler, belgeler varsa; bunları kamuoyuna açıklamak, iktidarın öncelikli sorumluluğu ve görevidir. Sadece bildiriyle emekli askerlerin orduyu harekete geçiremeyeceğinin herkes farkındadır.
İktidarın; 15 Temmuz darbe girişiminde yaptığı gibi bildiriyi de “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirmesi, toplumdaki kafa karışıklığını ve kaygıları, yargı ve iktidar gücüyle gidermeye çalışması, tepkileri bu şekilde püskürtmesi ihtimali zayıf.
Emekli askerin açıklanmasının, darbe çağrışımı yapmasının ve kaygı yaratmasının anlaşılır bir yanı var. Türkiye’nin son 60 yılı darbelerle ve darbe riskiyle geçti. Askeri darbelerle hesaplaşmayı doğru bir biçimde, doğru zeminlerde yapmamış, darbeleri ve darbecileri araçsallaştıran siyasal kültür ve anlayış sahiplerinin güçlü olduğu ülkelerde bu biraz da normal. Darbe korkusu ve halüsinasyon bu durumlarda günlük siyasal yaşamın bir parçası olur. Bildirinin dilindeki vurgu, tonlamalar ve emir tipi ile yazılmış olması darbe çağrışımlarını kuvvetlendiriyor. Bu ülke insanı, gece yarısı yapılan açıklamaların ne anlama geldiğini ve ülkenin başına ne çoraplar ördüğünü iyi bilir.
Türkiye‘de, emekli de olsalar ordu mensupları her yerde ve her zaman kendilerini kudretli ve devletin esas sahibi sanıyorlar. Ne yazık ki, toplumun egemen siyasal kültürü ve davranış kalıpları da bu doğrultuda ve askerleri besliyor. Ortada basit bir düşünce özgürlüğünü aşan bir sorunla karşı karşıyayız. İktidarın, 15 Temmuz darbe girişimini fırsata dönüştürerek bu ülkeye yaşattıklarından sonra, darbe iddiasına kendi mahallesi dışındakileri ikna etmesi oldukça zor. Buna uluslararası çevreler de dahil.
Güvenlik ittifakı çatladı
Bildiri, iktidarın siyasal sıkışmışlığını gidermeye yönelik bir araçsallaştırmayla sınırlı bir işlev görmeyecek gibi görünüyor. Bugüne kadar olduğu gibi sadece mağduriyet siyasetinin elverişli vasıtası olarak kullanılmayacak. İktidar blokunda, Cumhur İttifakı güçlerinin ayrışmasına ve siyasetin yeniden saflaşmasına yol açacak gelişmeler yaşanacak gibi görünüyor. Ergenekoncu ve Balyozcularla ayrışma kapıda. İktidar, toparlanabilmek için siyaseti yeniden dizayn edecek.
Cumhur İttifakını oluşturan, destekleyen güçler arasında, iktidarın beka tezini ve güvenlik politikalarını savunan Ergenekoncu ve radikal ulusalcı güçler de bulunuyordu. İktidarın Doğu Akdeniz ve Ege politikalarının politik arka planı olan Mavi Vatan doktrininin fikir babaları da imzacılar arasında. Keza imzacıların bir kısmı görsel ve yazılı medya organlarında, iktidarın son dönem güvenlik politikalarının ve bazı dış politika tercihlerinin sözcüsü, savunucusu pozisyonundaki kişiler. İmzacı isimlerin bazıları Ergenekon ve Balyoz davalarında uzun süre cezaevinde kalmışlardı.
Mavi Vatan politikalarında uluslararası baskının artmasıyla frene basıldığı bir dönemde, Montrö Sözleşmesi gündeme getirildi. Olanları, ittifakın bozulduğunu gösteren bir gelişme olarak değerlendirmekte yarar var. Cumhur İttifakı’nın çömleği çatladı. CHP-İYİ Parti yetkililerinin yaptığı açıklamalar da bu paralelde. Meral Akşener’in zevzeklik açıklaması, yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun “Millet iradesine yönelik her türlü darbe, tehdit ve imaya dair tavrımız belli, duruşumuz nettir” açıklaması oldu. CHP ise olanları, iktidarın gündemi değiştirmesi ve mağduriyet siyaseti yapması olarak değerlendirdi. Millet İttifakı partileri arasındaki farklı tutum alış ve yaklaşım, ittifakın risk alanını oluşturuyor.
Tartışmayı gündeme ilk defa TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un getirmesi de tesadüf olmayabilir. Kendisi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin mimarlarından birisidir. Cumhurbaşkanı tarafından İstanbul Sözleşmesinin iptal edilmesi tartışması sırasında, Montrö Sözleşmesi’nden de çıkılabileceğini gündeme getirmişti.
Montrö Sözleşmesi üzerine yapılan tartışma, bildiriyle kalıcılaştırılmış oldu. Çoğu CHP’li 98 eski milletvekilinin emekli askerlere sahip çıkma amaçlı, “Cumhuriyetimizin temel nitelikleri tartışılamaz, kanal İstanbul yapılamaz, Montrö tartışılamaz” başlıklı bildirilerinin aksine, tartışma hızla yayılarak sürüyor. İktidar yanlısı tarihçi Mustafa Armağan sosyal medya hesabından Montrö Sözleşmesi’nin 28i. Maddesine göre fesih sürecinin başlatılabileceğini paylaştı. Yandaş medyada bu doğrultuda köşe yazıları döşenenler piyasaya sürüldü. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan değerlendirme toplantısı sonrası açıklamasında “Montrö Sözleşmesi’nden çıkmakla ilgili halihazırda ne bir çalışmamız ne böyle bir niyetimiz var. Ama gelecekte bu ihtiyaç ortaya çıkarsa ülkemizi daha iyisine kavuşturmak üzere her sözleşmeyi gözden geçirmekten çekiniriz” sözleriyle de tartışmanın kapısını araladı.
Hukuku, anayasayı, yasaları ihtiyaç duyması durumunda yok sayabildiği; AYM, AİHM ve yargı kararlarını ihlal ettiği; her alanda sivil vesayetin kurulduğu bir dönemde, iktidarın darbe girişimi de dâhil hiçbir şikâyetinin ciddiye alınır bir yanı kalmadı. İçinde bulunduğumuz cehennem, onun 17 yıllık eseri.