Sıradanlaştırımaya çalışılıyor. Gizlemek, her zamanki gibi “münferit” demek, inkar etmek ya da sorumlulardan bir kaç tanesini cezalandırmak umurlarında bile değil. Bilmedikleri için yapmıyorlar. Bilerek, ellerindeki güce güvenerek, vermek istedikleri mesajı verdiklerini düşündükleri için yapıyorlar. Tecavüz gelenekten aldıkları ve sistemli bir şekilde uyguladıkları bir miras, bir silah olarak her daim ellerinde duruyor.
Uluslar/halklar/
Türk devlet geleneği tarihsel ve antropolojik olarak kanıtlanmış bir geçmiş bulamadığı için kendisini (birbirine tezat oluştursa bile) çeşitli yerlere bağlama zorunluluğu hissetmiştir ve bir puzzle oluşturur gibi bir tarihi geçmiş oluşturmuştur. Bu nedenle Selçuklu, Moğollar, Sümerler, Etiler, Osmanlı vd. nedense hep “necip” ve “yüce” TC’nin geçmişi olmuştur.
Eğer insana değer veriyorsanız, insanlığın daha iyi bir yaşama layık olduğunu düşünüyorsanız bu iddiaya uygun politik program uygularsınız ve geçmişinizi dayadığınız birikim buna uygun olur. Bu nedenle ezilenler kendilerine hep ezilmiş ama direnmişleri örnek alırlar, onların mücadelesinden beslenirler. Ve bu geçmiş bugün bile geriye bakıldığında olağanüstü rahatsızlıklar vermez. TC’nin kendisini bağladıklarına bakarsak bugünü biraz olsun anlayabiliriz. “Ulu” Cengiz Han hakkında iki örnek vermek yeterlidir.
– Cengiz Han generallerine şöyle demişti “insan için en büyük zevk, düşmanını kovalamak ve yenmektir. Onun her şeyini ele geçirmek, dul karısını ağlatıp sızlatmak, atlarına binmek ve kadınlarının vücutlarını gecenin zevkleri için kullanmaktır.” *
– Nitekim Cengiz Han sistematik bir “ırz düşmanı’ydı; askerlerine ele geçirilen yerlerdeki en güzel kadınları seçip kendilerine getirmelerini emreder, hepsine tecavüz ederdi. **
Geçen yüzyıldan başlayarak Osmanlı’nın son döneminden itibaren başta Ermeni Katliamı olmak üzere, Cerkesler, Rumlar, Kürtler vd. halklara uygulanan vahşetin bir bölümü tecavüz olarak tarih sayfalarında yerini alır. Erkek egemenlikli sistemlerin güç göstergesi olarak dayandıkları temel faktör, erkeklik organıdır. TC kuruluşundan itibaren sistemli bir şekilde muhaliflerine karşı temel bir politika olarak tecavüzü uygulamıştır. Polis merkezlerinde, hapishanelerde binlerce insana uygulanmıştır. Padişahlarına tecavüz edip boğarak öldürme yöntemi olarak uygulanmadı mı, Pozantı hapishanesinde Kürt çocuklarına TC bayrağı altında uygulanmadı mı, esir düşen ve hatta öldürülen Kürt gerillalarının cenazelerine uygulanmadı mı, Feto kalkışması diye sahnelenen tiyatroda kendi askerlerine ve gözaltına alınanlara karşı uygulanmadı mı?
Günlük dilde eril olarak hakimiyetini koruyan, küfür edebiyatının seçkin yerinde bulunan ve kadından başlayarak tehdit unsuru olarak kullanılan bir jargon eğer tüm toplumun hayatına, basın yayın organlarının diline yerleşmişse bu o devletin ve o devletin politikalarını onaylayanların ortaklaşa işledikleri bir insanlık suçudur. İnsanlaşma yönünde attıkları adımların kendilerini hep geriye götürdüğünü biliyorlar ama insanlığa , hayata ve dünyaya verebilecekleri bir şey, sunabilecekleri bir katkı yok. Hayata erkek egemenlikli baktıkları için tecavüz kültürüyle beslenen bir toplum yarattılar. Yaşayan her güzelliği tecavüz yoluyla yenmeye çalışıyorlar, hayat onlar için tüm insanlığın ortak üretim ilişkilerini geliştirme, katkı sunarak ileriye götürme alanı değil, tecavüz ederek ayakta kalma alanıdır.
Devlet nezdinde kabul gören bu anlayış topluma da yansımıştır. Gönüllü bir ortaklığın insanlık suçu içeren faaliyetlerini hep beraber görüyoruz. Musa Orhan isimli askerin işlediği suçu doğal görmesi, devletin onu sahiplenmesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bilerek, isteyerek işledikleri bu insanlık suçunu, bir onur bir şeref payesi olarak kabul ediyorlar. Bu nedenle insanlık ailesinin içinde yer alamıyorlar, alamayacaklar da.
Bu toplumsal irin her yere yayılıyor. Bu ve benzeri ahlaksızlıkların olmadığı yeni ve yaşanabilir bir hayat mutlaka ama mutlaka gelecektir. Danton’un dediği gibi; “cüret, daha çok cüret daima cüret”.
—
* Marozzi, Tamerlane s.13
** International Herald Tribune (10-05-2005)