Uğur Güney Subaşı: 1’den 10’a kadar

Yazarlar

Ben de birçok çocuk gibi küçük yaşlarımda gök gürültüsünden fena halde korktuğum için, güzel Çukurova’mızın üzerine yanında getirdiği kara bulutlar vasıtasıyla kabus gibi çöken havanın her gürlemesiyle birlikte yattığım yatağın aşağı yukarı yarısına tekabül eden o çelimsiz, küçük bedenimi emektar yorganımın içerisine korku içerisinde zulalar ve orada kulağımı kapatarak 1’den 10’a kadar saymaya çalışırdım.

Ki, o 10 sayısına ulaşmayı yorganımın altında tek parça olarak yatarken başarmışsam eğer, gök gürültüsü tehlikesinin ilk aşamasını bir şekilde atlatmış olmanın derin huzurunda elimi kulağımda nöbete bırakarak tepeden tırnağa “sarı kırmızıyla” bezenmiş rüyaların eksik olmadığı o çocuksu uykularıma kaldığım yerden devam ederdim.

Artık çocuk olmadığım için gök gürültülü sağanak yağışlı havalardan korkmak yerine yere düşen yağmur damlalarının çıkardığı o romantik seslerin eşliğinde kötü havalarda da huzur içinde uyuyabiliyor olmamın tadını doyasıya çıkarmam gerekirken; nedense bazı gecelerde tıpkı o eski çocuk dünlerimde olduğu gibi yorganın altına istiflenmiş bir şekilde elim kulağımda 1’den 10’a kadar sessizce sayarken; daha doğrusu kan ter içerisinde “sayıklarken” yakalıyorum kendimi. 

Belli ki yine bir şeylerden fena halde ürküyorum, ancak beni ansızın çocukluğuma götürüp bırakan korkularımın sayısı arttığı için eskisi gibi “saymak” beni kesmiyor olacak ki, bu sefer çaresizce “sayıklamayı” tercih ediyorum elimde olmayarak, gecenin sessizliğine “eskimiş bir çocuk” olarak sığınarak.

Çaresi olmayan yaman bir hastalıktan peydahlanan o beklenen ölümün “kan kokusu” almış köpekbalığı gibi bir annenin, bir evladın, bir kadının, bir hayatın etrafında sinsice dolaşarak ona ve çevresine sürekli olarak ölümü, yok oluşu hatırlatmasına rağmen; bu insanın hayatının son yıllarını evladının, eşinin, ailesinin yanında huzur içinde geçirmesini engellemek için zalimlik portföylerindeki tüm imkanlarını hayasızca seferber etmekten zinhar çekinmeyen, utanmayan bir iktidarın ve bu kifayetsiz iktidarın kuyruğuna takılmış asırlık devlet yapılanmasının ölümün kancasını taktığı bu hayat özelinde, diğer hayatlara da neler yapabilecekleri korkusuyla 1’den 10’a kadar çaresizce sayıklıyorum misal. 

 Ki Sarıyer Küçük Armutlu’da kolayca tatlıya bağlanabilecek bir galoş giyme tartışması sebebiyle şehrin çeperlerine beraberce tutunmaya çalışan kendi halinde insanlardan oluşan bir aileye neler yapabildiklerini, ya da neler yapabileceklerini insanların gözleri önünde onların CANlarını, hayatlarını, yaşama sevinçlerini, uğramış oldukları tüm ayrımcılığa, ırkçılığa, mezhepçiliğe rağmen bu ülkeye, bu kadim topraklara dair kıt kanaat da olsa biriktirdikleri umutlarını, hayallerini nasıl fütursuzca gasp edebileceklerini kolayca anlamış, yaşamıştık zaten.

 Bazen korku dolu sayıklamalarıma anasını, atasını yeni kaybetmiş bir kadın vekilin acı dolu, öfke dolu çığlıkları karışıyor. Sonra anlıyorum ki, o gözyaşları sadece kaybedilen anne için değil, dirilerine toprağın üstünü dar etmekle tatmin olmayan insan görünümlü bazı vahşi sürüngenlerin, o insanların ölmüş analarına, atalarına bu sefer aynı toprağın altını da dar etmeyi kafalarına koyarak cenaze töreni sırasında mezarlık basmalarını sadece seyretmekle yetinen eskinin güvenlik kuvvetleri, şimdilerin milis güçlerinin umursamazlığı için de akmış. 

  Bazı gecelerde tıpkı o eski çocuk dünlerimde olduğu gibi yorganın altına istiflenmiş bir şekilde elim kulağımda 1’den 10’a kadar sessizce sayarken; daha doğrusu kan ter içerisinde “sayıklarken” yakalıyorum kendimi. Belli ki korkunun o yorgun ve tükenmiş ruhumdan çekip gitmesi için ona tanıdığım süre sadece 10 saniye ile sınırlıymış. 

Oysa gayet iyi biliyorum ki Dılda ve Delal Demirtaş kızlarımızın babalarına dair hissettikleri korkuları ya da endişeleri benim çocukluğumdan alıp bugünlerime taşıdığım ve aşağı yukarı 10 saniye ile sınırlı olan o “korku savuşturma” seanslarımdan çok daha uzun ve çileli sürmüştür.

Zira babaya en ihtiyaç duydukları zamanlarında canlarını ve mallarını emanet etmekle kalmayarak bir de giderek ulusal bir kahramana dönüşen babalarını emanet etmek zorunda kaldıkları bir devletin, bir iktidarın hukukla, adaletle, vicdanla bağlarını koparıp nasıl kolayca “çeteleşebileceğini” daha o küçük yaşlarından itibaren iliklerine kadar öğrenmiş, yaşamışlardı. 

Bazen o çelimsiz, küçük bedenimle emektar yorganımın içerisine korku içerisinde zulalanıp 1’den 10’a kadar saydığım dünlerimi çok özlüyorum. Belli ki bir çocuğun gök gürültüsü korkusuyla yorganın altına girdiği dönemlerden, koca bir adamın “devlet gürültüsü” ile sayıkladığı günlere geçmiş durumdayız. Artık bu saatten sonra daha kötüsü olabilir mi, alçalmakta, iğrençleşmekte sınır tanımayanlar bize daha kötülerini yaşatabilirler mi, inanın bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var ki, o da Başak Demirtaş gibi “artık dayanamadığım”; 1’den 10’a, ya da 10’dan 1’e, nereden, ne şekilde sayarsam sayayım bu yalnız ülkeye dair korkularımın üstesinden hiçbir şekilde gelemediğim gerçeğidir, belki de utancıdır bilemiyorum!

Başta Selahattin başkan olmak üzere tüm siyasi rehineleri bırakın…

/Ekim 2021. Adana/

 

İlginizi Çekebilir

Uğur Güney Subaşı: TÜR
Uğur Güney Subaşı: Tahammül edilemeyen bir dil

Öne Çıkanlar