Politikada değil yıllar, dakikalar içinde bile birçok şeyin değişebileceğini yaşayarak öğrendik. Bu nedenle, politika hayatın her alanında olmasına ve geniş kitleler tarafından yapılmasına rağmen, kendi kaderlerini başkalarının düşünce ve davranışlarına bırakan kitleler, kendilerini temsil eden politik önderlerin kararlarının peşinden giderler.
Liderlerin karar alma süreçlerini belirleyen etmen keyfiyetleri değil, uğruna mücadele ettikleri kitlelerin talepleri olacağı için kararlarını buna uygun olarak almak zorundadırlar. Elbette bu kararları etkileyen birçok noktayı da unutmamak gerekir. Örneğin, toplumsal ilişkileri nasil değerlendirdikleri, gerektiğinde bireysel refah özlemlerini terk edebilmeleri, politikayı gerçekliklere göre değerlendirmeyi, bu nedenle kurgulara ve ayakları yere basmayan düşüncelere itibar etmemeleri ve karşılarındaki gücü doğru değerlendirebilmeleri gibi…
Ancak, unutulmamalıdır ki, politikada değişim, esneklik gibi kavramların ilkelerden vazgeçmeyle karıştırılmaması gerekir. Adalet, haklılık, esitlik ve temel olarak gerçeklik adına hareket eden önderlerin, ilkeler söz konusu olduğunda bir milim bile esnememeleri gerekir. Belirleyici olarak taktik adımların, stratejinin önüne geçmemesi, temel ilke olmaması gerekir. Bugün Türk devletinin aynı safta dizilen partilerinin, devletlerinin “beka”sı soz konusu olduğunda ve bu “beka”nın, Kürt ve Kurdistan bağlamında gerçeklik kazandığında, anılan partilerin nasıl da yekvücut olduğunu, asla ilkelerinden vazgeçmediğini yaşayarak öğrendik, öğrenmeyenler için ders devam ediyor.
Kürtler, kendi kimliklerinden vazgeçecekse, toprak, yönetim ve tarihsel haklarını istemeyecekse, bir sorun olmaz ve “Kürt” olarak kabul edilir ve devletin her kademesinde sorunsuz görev verilir. Artık bir Türk olarak yaşar ama laf arasında da “ben de Kürdüm” diye konuşur gider. Fakat, bir Kürt, kimlikten başlayarak her halkın sahip olduğu haklarını istemeye ve bunun için mücadele etmeye başlarsa o zaman Türk devletinin geleneksel refleksi devreye girer ve gözaltından başlayarak, hapishane, sürgün veya ölüm tercihlerinden biri yaşanır. Bu ücgenin içinde yaşanan yoksulluk, hayatının paramparça edilmesi ve ruhsal gerilimleri yazmaya bile gerek yok.
Yaklaşan seçim tarihi nedeniyle Türk politik ortamı hareketlendi, seçimlere doğru bu hareketliliğin artacağı ve suikastlerin gerçekleşeceği, toplumsal yıldırmaya hizmet edecek olan kalabalık yerlerde bombaların patlatılacağı dillendirilmeye başlandı. Hepsi gerçekleşebilir, çünkü Türk devletinin soykırımdan başlayarak işleyeceği, işlenmesine seyirci kalacağı cinayetleri her zaman toplumun gözlerinden kaçırarak, perde arkasında gerçekleştirdiğini biliyoruz.
Erdoğan yönetimini oluşturan ittifak partilerinin seçim vaadi olarak vereceği tek şey: daha fazla kan, gözyaşı, yoksulluk ve umutsuz yarınlardan başka bir şey değildir. Elbette seçimlerden önce kullanmak için sakladıkları ve şarjörlerinde bulunan son mermiyi de unutmamak gerekir. Bu merminin Türk devletinin en tepesinden en aşağısına kadar elbirliğiyle Kürtlere sıkılacağını yazalim buraya.
Kendilerini muhalefet olarak tanıtan “Millet İttifakı” ise, cenahımızda bulunan optimistlere “Türk devleti” adına ilk kurşunu sıktı. Aylardır ballandıra ballandıra anlattıkları “demokrasi masalı”ndan Kurtlere ilişkin hiçbir şey çıkmadı, çıkamazdı da. Ortaklık halinde restore edilecek devletin Kürtlerin temel olmasa bile birkaç hakkını vereceği, Kürtlerin de “Türkiye Cumhuriyeti” sınırları içinde özgür olarak yaşayacakları, hatta devlet yönetecekleri masalının sonunda gördükki iktidarı ve muhalefetiyle birlikte ilkelerinden esnemeden soykırım temelli politikalarına devam ediyorlar. Yarım kalan Misak-ı Millî heveslerini gerçekleştirmek için adım adım ilerliyorlar.
Iktidarı ve muhalefetiyle öylesine kibirli, öylesine nobran davranıyorlar ki, Kürtlere bir umut vaad etmeyi bile çok görüyorlar. Kişisel olarak bu tavrı doğru bulduğumu belirteyim. Zaten ayrışmış ve bir araya gelmesi mümkün olmayan Kürt ve Türk halklarının arasında seçim, kardeşlik gibi yapay olarak oluşmuş köprüleri yıkıp atmaları gerçekçi bir tutumdur. Bizlerin halen beklenti içinde olması bunca yaşanandan sonra anlaşılması zor bir şeydir. Daha kaç defa bagrimıza taş basacağız, oy sayımıza bakarak hesap yapacağız? Madem sayılar bu kadar önemli ve bir anlam ifade ediyor, öyleyse nüfus sayımızı dile getirip daha yüksek taleplerde bulunmak gerekmez mi?
İçinde yer aldığımız ittifaka ilişkin de yazılacak elbette. Geçen seferki gibi halktan saklanan anlaşmalarla, emeklerimizin üzerinden vekil olanlara, olmak isteyenlere ilişkin de yazılacak. Bu sefer Ali Cengiz oyununun oynanmasına izin vermemek gerekir.
Ne Cumhur, ne de Millet ittifakının masalarında yokuz. Bilinen sözdür: “ Önemli bir yemeğin davetli listesinde adınız yoksa bir de menüye bakin adınız orada olabilir”. Bizi yemek listesinin olduğu menüde görmek isteyenler bilsinlerki:”Kürtler: çiğnemeye kalkarsanız demir leblebi gibi dişlerinizi döker, yutmaya kalkarsanız: iç organlarınızı parçalar”…