Suna Arev: Kötülüğün Sıradanlığı

Yazarlar

”Modern toplumda sorumluluğun bürokratizasyonu içinde oluşturulan devasa kolektif güçler kötülüğün bayağılığını üretmiştir” diye yazar, Hannah Arent.

Kötülük, iyinin karşısında karşımıza çıkan, istenilen nitelikte olmayan fena, zararlı, tehlikeli, korku ve endişe veren, kaba, kırıcı, kişi veya toplumlar üzerinde olumsuz etkileri olan bir davranış biçimidir. Şu anda yüzbinlerin ölümüne neden olan egemen yönetimlerin tipik karakterlerinden biridir. 

Tıpkı Maraş, Pazarcık merkezli depremlerin 10 ili tüm dokusuyla yok etmesinde gösterilen tutum gibi. Hiç silinmeyecek travmaları tesadüfen hayatta kalmışların boynuna asması gibi.

Kötüler bilmez, başlarına yıkılan evlerin içinde insanların bağıra bağıra, günlerce bekleyerek nasıl can verdiklerini…Bilmez, bilmek de istemez.

Dışarıda, kendi çabalarıyla kurtulmuşların, enkazların başında günlerce ‘’yardım edin, yaşıyorlar, şu duvarı kaldırın” feryatlarının neden yükseldiğini, ölümlere tanık bir çaresizliğin ne menem birşey olduğunu bilmezler.

Sokaklara serilmiş binlerce ölü arasında insanların kendi kardeşini, annesini, babasını, çocuğunu, yakınını, kısacası; tüm sevdiklerini üzerlerine çekilmiş örtüleri tek tek kaldırarak hangi ruh hali ve duygu içinde aradığını bilmezler, hiç bilmezler.

” Ne olur çocuklarımı kurtarın, içerdeler, evim iki katlı, hiç zamanınızı almaz” diyen ana çığlıklarını duymaz, duysalar bile anlamazlar. Kötülerin sarayları, villaları hiç yıkılmaz, kolonları sağlamdır hiç çökmez, en büyük felaketlerde burunları bile kanamaz. Yedi ceddine kadar etrafındaki dalkavuklar ile hayatta ve sapasağlamdırlar. Sırtları pek, karınları tıka basa doludur.

Kötüler hiç bilmez, hiç görmez, iki gözden kördürler.

Ölümler geçiyor şimdi tarihin önünden, insanların yürek parçalayan ölümleri. Kötüler geçiyor, tarihin not defterine bütün çirkinlikleri ve unutulması imkansız cinayetleriyle…

Hatay plakalı bir motosiklet iki kişi arasına yerleştirilmiş beyaz kefenli bir ceset taşıyor. Ana, baba, eş, çocuk da olabilir, bir dost, arkadaş, komşu da. Onu gömmek için yola düşmüşler, bir dede torununun cansız bedenini bir çıkına sarmalayıp beyaz bir taksiye yerleştiriyor, sonra binip mezarlığa ilerliyor…

Bir genç elindeki taşı enkaza vuruyor, ” Anneee’’ diye bağırıyor. ‘’ Anne, benim Hamza, denge min tê (sesim geliyor mu? ” diye sesleniyor, enkazın ürpertici boşluğuna.

Suriyeli anne ölen oğlunun yanında uyuyor…Hiç kapanmayacak yaralar var ve kötüler bunları ne bilsin. Adıyaman’da yıkılmış bir ev, enkazın altında hala canlı bir aile var, kurtarılması gereken oğul enkazın başında çaresiz bekliyor. Yanı başında bilmem ne din vakfının enkazı özenle açılıp para kasası çıkarılıyor, kötülerin simgesi, kötülüğün özeti: “Devlet…”

Bir baba, bir duvarın dibine çökmüş, kirişte dışarıda kalmış soğuk bir eli tutuyor…Kızının eli, hiç bırakmıyor, kızı ölmüş, o ölü eli bırakmak istemiyor.

Tarifsiz acılar ülkesindeyiz, çürümüş düzenin fotoğraflarıyla, insanlara yaşattıklarıyla.

Kötüler korku salıyor: ‘’Tekbir; Allah- u Ekber” nidalarıyla, kötüler tehdit yağdırıyor: ” Namussuzlar” diyerek…

Kötüler, ” Her şeyde bir hayır vardır ” diyor! Onbinlerin ölüsü içinde mersedesine binerken…

Kötüler görücüye çıkar gibi saçını tararken, “10 bin lira” bedel kesiyor ölmüşlere.  Sela okutuyor henüz ölmemişlere. “El Fatiha” göçükler altında kalmışlara. Binlerce insan göz göre göre ölmüş, şehirler yer ile yeksan olmuş , göçüklerde on binlerce ölü var…

Hiç müdahale etmeyen, yapılan yardımları sekteye uğratan, etnik ve dini ayrım yapan, ırkçılığı körükleyen, inşaatlarda rant elde eden devlet kötülüğüne  büyük bir öfke, büyük bir acı var…Patladı patlayacak bir isyan var…

Fakat bu öfkenin başka bir kanala yönlendirilmesi, kötülerin, ” kader, takdiri ilahi “ile gizlenmesi gerekir!  Kötülük organizedir artık. Müteahhitlere imar izni veren devlet kötülüğü hiç değildir!

Hücum en zayıf halkadır şimdi ve “mülteciler” savaştan kaçarak canını kurtarmış  Suriyeliler, Afganlar hedeftir. Bir yandan insanlık suçu işleniyor, işkenceler, linç görüntüleri, toplu öldürme birlikleri! 

Sonuç; elbetteki cinayetlerdir…

Asıl yağmacıların, asıl hırsızların, asıl kötülerin önüne böylece kalın bir perde de çekilmiş oluyor! Asıl hırsızlara gıkı çıkmayanlar, mazlumları öldürerek kahraman(!) oluyor.

Fakat kötülerin zıttıdır iyilik; iyilik, karşılık beklemeksizin yapılan fedakarlıktır ve bundandır ki kötülerden önce afet bölgesine el ele insan zinciriyle, takdire şayan bir dayanışmayla ulaştı insanlar. Kendi yaralarını kendileri sarmaya başladı. Tırnaklarıyla toprağı kazıp, ölülerini kendi elleriyle gömdü. İyilik azımsanmayacak kadar çoktu. Hem de dünyanın dört bir yanından gelip birleşecek kadar çok…

‘’Enkazdan canlı çıktı’’ haberleri azaldı, ölümler çoğaldı:

“Bu gördükleriniz Antigone oyunu değil; sokakta yatan annem ve anneannem. Naaşlarına devletten kimseye el sürdürmedim, ellerimle çıkardım, ellerimle gömdüm , başlarında nöbet tuttum tüm gece. Üzgün değil, öfkeliyim.” Böyle diyordu kendisine ait sosyal medya platformunda bir depremzede…

Haberler, deprem bölgesinde yoğun bir göçün başladığını söylüyor.

Kadim şehir, halkların, etnik kökenlerin kardeş şehri Antakya’da depremde ayakta kalmış bir duvar yazısı:

”Umudunu yitirme geri döneceğiz Hatay…”

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: İnsanlığın Beşiğinde Felaket Deprem Değil, Devlettir
Behice Feride Demir: O Saat

Öne Çıkanlar