Gazeteci Aslıhan Cafer Solgun’un P24Blog‘da yazdı: Yine ve hâlâ: “Ne mutlu Türküm diyene”?!
Özellikle ve öncelikle ülkenin “bu tarafında” yaşayan sayın okurlarımı şöyle bir düşünmeye davet ediyorum: Yaşadığınız şehirde, mahallede, geçtiğiniz sokaklarda, caddelerde, kafanızı kaldırdığınız her yerde “Ne mutlu Türküm diyene!” sloganları yazılı kocaman tabelalar, pankartlar gördünüz mü? Milli bayramlar münasebetiyle filan dört bir tarafa Mustafa Kemal Atatürk posterleri, yazıları, afişleri asılması değil kastettiğim. Gayet olağan bir şeymiş gibi her tarafta “Ne mutlu Türküm diyene!” yazılarıyla karşılaşmaktan bahsediyorum.
Ne de olsa ben de ülkenin “bu tarafında” yaşayan bir insanım ve kendimden hareketle bu soruya sizin adınıza da cevap verebilirim: Hayır…
Ama yolunuz ülkenin “o tarafına” düştüğünde işin rengi değişiyordu. En azından 2013 yılına değin böyleydi. Dağlar, tepeler kocaman harflerle yazılmış “Ne mutlu Türküm diyene!” yazılarıyla bezeliydi. Şehirlerde de aynı manzara vardı.
Ülkenin “bu” tarafı nasıl olsa Türk ve mutlu. Asıl Türk olmayan ve dolayısıyla mutlu olmaya ihtiyacı olanlar, “o” taraftakiler, yani Kürtler diye düşünmüş olmalı pek sayın Türk, mutlu ve de ulu devlet büyükleri. Mesela 12 Eylül darbecileri öyle düşünmüşlerdi. Zira önceden de vardı ama 12 Eylül yıllarında devlet seferber olmuş ve mutsuz Kürtlerin yaşadıkları her yer bu sloganla donatılmıştı. Okullar, caddeler, dağlar, tepeler ve tabii Diyarbakır başta olmak üzere hapishaneler…
Ne var ki bu “Türk ol mutlu ol” dayatması, mutsuz Kürtlerde ters etki yarattı; 80’li yılların ikinci yarısından itibaren ve bütün 90’lı yıllar boyunca çok sayıda Kürt genci dağa çıktı. Dağa çıkan gençlerin birçoğunun motivasyonu, bu Türklük dayatmasından, bir başka deyişle kaskatı Kürt inkarından başka bir şey değildi. Eski MİT yöneticilerinden Cevat Öneş’in “PKK’yi büyüten 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevindeki uygulamalardır” mealindeki tespitinin tercümesi de budur ve doğrudur.
Adını anmadan geçmek eksiklik olur: Necmettin Erbakan’ın, “Türküm, doğruyum, çalışkanım derseniz Kürtler de daha doğruyum, daha çalışkanım deme hakkı kazanır” şeklindeki sözleri de bu gerçeğin bir başka ifadesiydi. (Necmettin Erbakan, bu sözleri nedeniyle “halkı din, ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle 10 Mart 2000’de bir yıl hapis cezasına çarptırıldı!)
Malum, Mustafa Kemal’in ünlü 10. Yıl Nutku, bu cümleyle biter: Ne mutlu Türküm diyene! Aynı yıl ünlü Kemalist ırkçılardan Reşit Galip 2013 yılına değin ilkokul çocuklarına mecburen okutulan “Andımız” uygulamasını getirdi (1933). O ant da “Varlığım Türk varlığına armağan olsun! Ne mutlu Türküm diyene!” nidalarıyla bitiyordu… (“Andımız” eziyetinin kaldırılması bilumum ırkçı, milliyetçi, faşo çevreleri ayağa kaldırdı ama neyse ki iktidar partisi attığı adımın arkasında durdu.)
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun…” Kaç kuşak Türk olmayan ama Anadolu ve Yukarı Mezopotamya anayurdu olan insanımızın ruhu, bu alenen ırkçı dayatma ile sakatlandı…
Pülümür Vadisinde, Ne mutlu Türküm diyene!
“E tamam da aştık o mevzuyu neticede, nereden icap etti de yeniden gündeme getiriyorsun?” diye düşünenler olmuştur eminim. Tamam, sadede geliyorum.
Ben de öyle düşünüyordum tabii ki. Yani sorunun hiç değilse “Ne mutlu Türküm diyene!” boyutunu aştığımızı. Bu yüzden Erzincan’dan çıkıp Pülümür Vadisi üzerinden Dersim şehir merkezine doğru yol alırken, sol tarafımıza düşen yüksekçe bir dağın bağrına yazılmış kocaman “Ne mutlu Türküm diyene!” yazısını görünce, gözlerime inanamadım.
Dersim dört bir yandan “gözaltında” küçük bir şehir. Şehri çevreleyen dağların, tepelerin hemen tamamında “kalekollar” var. Şehre girerken “Güçlüyüz! Cesuruz! Hazırız!” türü komando sloganlarına da, hadi alıştık diyelim. Ama yine ve hâlâ mı “Ne mutlu Türküm diyene!”?
Küçük bir araştırma sonucunda öğrendim. O slogan iki önceki vali (Tuncay Sonel) döneminde yazılmış ve vali bey de sosyal medyadan bu sloganın göründüğü bir fotoğrafı övgüyle paylaşmış (1 Mayıs 2020). Bazı yandaş mecralarda da (mesela Sabah) tabii ki güzelleme haberi olmuş.
Nasıl olmuşsa gözümden, dikkatimden kaçmış. Mazlum Der Diyarbakır Şubesi, 3 Mayıs 2020’de bu durumu eleştiren bir açıklama yapmış ve açıklamada “vatandaşlık üst kimliği gölgelenerek ırk temelli övünme anlayışı, etnik temelli bu ifadeye inanmayan bölge insanını mutlu etmemektedir” denilmiş (bravo).
Mevzu “Ne mutlu Türküm diyene!” olunca MHP lideri Devlet Bahçeli derhal müdahil olmasa, eksik kalırdı elbette. O da hemen bildik üslubuyla saydırmış tabii: “Pülümür’de dağa yazılan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözünden rahatsızlık duyanlar, Türk milletinin utanç vesikalarıdır. Bunlara kulak versek; zalimlere, hainlere, teröristlere, ekonomik şantajcılara, emperyalist oyunlara boyun bükmek, ne yapalım kaderimiz buymuş demek kaçınılmazdır.” (9 Mayıs 2020)
Zalim, hain, terörist, emperyalist oyunlar… Ama “ekonomik şantajcılık” ne alaka; anlayan beri gelsin. Bu tehdit ve itham taşan lafları, “ekonomik şantajcılık” hariç, çok duyduk ömr-ü hayatımız boyunca. “Alıştık” demeyeyim ama ister istemez şerbetliyiz yani. Bu yüzden söylemekten geri duracak değiliz: O sloganın hâlâ orada duruyor olması bir “utanç vesikası”dır. Hemen eklemiş olayım; o “utanç” bizim değil…
Üç yıl önce gündeme gelmiş ve “gereği” maalesef yapılmamış. Şehre yeni atanan Vali Bülent Tekbıyıkoğlu sesimizi duyar mı acaba: Kimsenin etnik kimliği bir diğerinden üstün veya aşağı değildir. Herkes kendi kimlik değerlerini özgürce ve onuruyla yaşasın ama kimseye de dikte etmesin. O sloganın orada olmasından memnun ve mutlu değiliz; aksine rencide oluyoruz. Lütfen gereğini yapınız…
—–
Kapak Görseli: Cafer Solgun, Pülümür Vadisi, 17 Ağustos 2023.