Ali Engin Yurtsever:  Zap’tan Rojava’ya

Yazarlar

             Tarihin akışı sağlıklı bir toplumsal gelişimin oluşmadığı coğrafyalarda sorunların birikip hastalıklı bir hale dönüşmesine ve çözümün ertelenmesine yol açıyor. Bir kısır döngüye dönüşen bu hareketliliğin en belirgin özelliği ise yaşanan ne varsa unutulup tekrar yaşanmasına ve her seferinde de aynı şaşkınlık, aynı heyecan, aynı öfke ve aynı intikam duygusunun hissedilmesine yol açıyor.

         Kurdistan Özgürlük Hareketi gerillalarının neredeyse 45 yıllık bir zamana dayanan süreçte sömürgecileri ve işbirlikçileriyle olan savaşında; başlangıcından günümüze kadar defalarca darbe vurmasına rağmen geçtiğimiz günlerde Zap alanında yeni bir darbe daha vurması gündeme yeniden oturdu. Yıllardır kimyasal silahlar başta olmak üzere savaş suçu içeren her silahı kullanan Türk devleti bu suçlarını geçiştirip, söz konusu kendi kayıpları olunca açıklama üstüne açıklama yapmaktan çekinmiyor. Birkaç açıdan değerlendirme yapmak, belki son sürecin neden önem kazandığını belirginleştirir ve bir netlik sağlayabilir.

       Öncelikle Türk ordusunun gerillaya karşı karada savaşıp başarı kazanma olasılığının son derece düşük olduğunu, bunu bugüne kadar başaramadığının kabul edilmesi gerekiyor. Bu gerçeklik aynı zamanda dünyanın her yerinde düzenli orduya karşı gerilla savaşı yürüten devrimci halk güçlerinin kabul edilmesi gereken bir üstünlüğüdür. Bu savaşta Türk devletine baktığımızda bir savaşı yürütebilecek bütünlüklü bir yapıdan yoksun olduğunu görüyoruz. Askeri olarak savaşın, strateji ve taktiğin yanlış olduğunu düşünüp istifa eden kurmaylar, IHA, SIHA ve diğer teknolojik araçlarla bir savaş yürütüleceğini düşünen değerlendirme eksiklikleri, o savaş yürüten kontrgerilla birliklerinin bile savaş koşullarına karşı olan dayanıksızlığı, en temel, en olmazsa olmaz olan toplumsal bir tabana sahip halk desteğinin yetersizliği-elbette yüz yıldır faşizm, ırkçılık, barbarlık ve insanlık değerlerinden uzak güruh haline dönüşmüş-kitlenin hezeyan içinde saldırması unutulmadan o kitlenin ırkçılığının devlet tarafından durdurulması, hem savaşın, hem de devlet yönetiminin birçok kademesinin hırsızlığının maliyetinin yürütülen savaşla birlikte ekonomiyi çökertmesi, ciddiyeti ve güvenirliği kalmamış yalpalayan dış politika gibi faktörler Türk devletinin handikaplarıdır.

    Zap’ta aldıkları ağır darbeyi her zamanki gibi yok sayarak, kayıplarının sayısını kendilerince bile kabul edilebilir bir seviyeye indirmeye çalışmaları ters tepmiş, yaptıkları açıklamalarla “şecaat arz ederken merd-i kipti sirkatin söyler” durumuna düşmüşlerdir.

     Kurdistan özgürlük mücadelesi açısından baktığımızda 45 yıl içinde bilince çıkarılan ulusal kimlik en önemli gelişmedir. Daha önce sadece “ben de Kürdüm” diye belirtilen kimlik süreç içinde ulusal bir bilince kavuşmuş, sömürgecileriyle arasına yıkılmaz bir duvar örmüştür. Bu kimliğin tekrar unutulması, hangi gerekçeyle olursa olsun başka kimlikler altında erimesi mümkün değildir. Kesinlik içeren askeri bir zaferin elde edilmesi hangi zaman dilimine uzanırsa uzansın en büyük zafer ulusal kimliğin elde edilmesidir. Diğer yandan dünya gerilla savaşı literatürüne olan katkısı, gerilla savaşının geliştirilmesi de ayrı bir konudur. Bunun olumsuzluk içeren tek yönü: sömürgecilerin de gerilla savaşına uygun olarak kendilerini geliştirmelidir.

      Gerillaya karşı kullanılan teknolojik saldırı araçlarının gelişimi ilk başta gerillanın hareket alanını ve eylemlerini kısıtlasa bile, bu sorun bir süre sonra o teknolojiye karşı yeni savunma araçlarını yaratılarak aşılmıştır. Bugün istenildiği kadar “terör listelerine” alınsın, somut gerçeklik göstermektedir ki: Kürt halkının çoğunluğunun desteğini acik veya gizli olarak kazanmıştır. Öldürülen her gerilla Kürt halkının bağrında bir yara haline gelmiştir. Açıktır ki bunca bedel ödendikten sonra yeniden Türk devletinin kimliği altında yeniden yaşamak eşyanın tabiatına aykırıdır.

       Türk devleti son Zap yenilgisinden önce de daha yüksek sayıda asker kaybına uğramıştı. Ancak bu sefer yüksek perdeden dillendirilip hemen ertesinde Rojava’da toplumsal yaşam alanlarına yapılan ağır saldırılar artık bütün bunların bir savaşın sona yaklaşılan aşamaları olduğunu göstermektedir. Bir ülkenin (Türk devleti) başka bir ülke olarak (Suriye) kabul edilen özünde sömürgeleştirilen Kurdistan’da kurulan özerk yönetimin sivil alanlarına uçaklarla ve ağır silahlarla saldırı düzenlemesi savaştan başka birşey değildir. Gerek Kürtlerin, gerek Türklerin, gerekse başka ülke ve halkların bu gerçeği gerilla-asker bağlamında tutarak “ağır saldırı” olarak tanımlaması gerçeği örtmeye çalışmaktır. Savaşın sonucu olarak da taraflardan birinin yenilgisi olmadan adına “barış” denilen anlaşmanın gerçekleşmeyeceğidir. Öyleyse kabul etmemiz gerekir ki halk olarak sömürgeci devletlerle savaş halindeyiz. Bu devletler kendi yasalarına dayanarak ellerinde rehin olarak tuttukları insanları ve örgütlü yapıları da geri kalanlara dayatmakta, bir anlamda avantajı ellerinde tutmaya çalışmaktadırlar.

     Rojava’ya yapılan saldırılara ilişkin Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara bakınca anlıyoruzki onlar açısından Rojava özerk yönetimi tamamıyla imha edilip, Kürtler soykırımdan geçirilmeden Türk devlet yapısı durmayacaktır. Sorun Erdoğan-Bahçeli faşist yönetimi değildir. Sorun Türk devletinin faşist sömürgeci yapısıdır.

     İsrail-ABD ve Iran arasında gerçekleşme oranı yüksek bir savaşa doğru koşar adım gidiyoruz. Yapılan açıklamalar bunu biraz daha netleştiriyor. Türk devleti ile hangi şekilde, hangi düzeyde olursa olsun yeni bir süreç başlangıcı bu savaşta Kürtlerin de Türklerin de bir şekilde yer alacağı gerçeğini değiştirmeyecektir. Kürtler, kendi toprakları ve gelecekleri için yer alacaktır, Türkler ise yıkılmakta olan devletlerini bu yıkımdan kurtarmak üzere yer alacaktır.

    Belki Ortadoğu kanla sulanacak, belki kayıplarımız daha da artacak ve belki savaşan taraflardan biriyle saf tutmaya zorlanacağız. Ama bütün bu “belki”lerin yanına ekleyeceğimiz en güzel söz: “belli” Türk devleti yıkılacak ve Kurdistan özgürleşecek” sözü olacaktır.

İlginizi Çekebilir

Dünyada 2023’te birçok ünlü isim hayatını kaybetti
 İran’da, Mansur Salamat adlı bir Kürt, tutulduğu gözaltı merkezinde uğradığı işkence sonucu hayatını kaybetti

Öne Çıkanlar