Behice Feride Demir: Ferrante, Kartaca yıkılmalıdır! 

Yazarlar

 Elena Ferrante’nin Napoli Romanları okurlarının dünyasında kendince önemi olan dört kitaptan oluşuyor. Kuşkusuz önemsiz kitap yoktur ama her okurun kendince sevdiği kitapları vardır. Ev, aile, sevgili, arkadaş albümü, telefon rehberi hatta yaşanılan ülke bile değişir ama bazı kitapların yeri değişmez. 

Her şeyi ile çağdan çağa yaşam transferi yaptığımız bu ilk 24 yılda, edebiyat dünyasında bilginin kullanılış şekli, yazarın niteliği ve yazının etkisine dair sayısız tartışma, öngörü ve arayış devam ediyor. 

Özellikle sosyal ve görsel medyanın hızlı yükselişi sanatsal duygular üzerinde kısmen çözülüşe sebep olurken, yazarların bu çözülüşler karşısında nasıl tedbir alacakları merak konusudur. 

Zaman zaman başyapıtlarla, kült yazarlarla ve kitleselleşen eserlerle övünsekte , bilginin üretimi ve duygusal saflıkta yazarın artık tek başına olmadığı aşikar. Özellikle sanat ve kültür endüstrisinde meydana gelen zihinsel ve formel çeşitlilikler edebiyatın konumunu en az siyasal sistemler kadar kırılgan kılıyor.

Böylesi kırılgan bir dönemde yayınlandı Elena Ferrante’nin Napoli Romanları ( 2011- Benim olağanüstü arkadaşım,Yeni soyadının hikayesi, Terk edenler ve kalanlar, Kayıp kızın hikayesi ) Bu romanlar yayınlandığında, edebiyatta ki sessizlik bozulduğu gibi çağa özgü yeni kavram, meslek,duygu,düşünce, sosyal kabul ve konuların edebiyata eklendiği dönemdir. 

Bu yeni iş ve oluşların edebi yazarlığa dahli elbette tek başına edebiyatın geleceği veya romancılığın merkeze dönüşü için yeterli değildir. Ancak Napoli Romanlarında hem yazarın flu kimliği hem de konu zenginliği gelecekteki yazım süreci için bir data işlevi görüyor. 

Napoli Romanları bu nedenle kısa sürede onlarca dile çevrildi, filmlere konu oldu, feminist tartışmalara referans edildi ve en önemlisi edebiyatın geleceğinde bir kadın yazarın teşvik edici rolü büyük bir kabul gördü.

Napoli Romanları Lina ve Lenü’nün çocukluktan anneliğe doğru uzanan serüvenleri etrafında bir İtalyan retoriği olsada, Elena Ferrante’nin dünya genelinde yazmayı yeniden canlandıran ve edebiyatı patinajdan kurtaran yeteneği sayesinde uluslararası bir edebiyat realitesine dönüşmesi ile sonuçlandı. 

Ferrante okurları, Napoli Romanlarında kahramanları farklı mesleki kimliklerle tanırken, aynı okur kendi duygu ve düşüncelerini bir edebi karekterde görmenin rahatlığı ile başbaşa kalıyor. 

Bu nedenle Ferrante, kendi çağının insanı ile buluşurken, fildişi kuleden ziyade kendi köşesinde yazan bir yazar olarak tanındı ve tutuldu.

Nihayetinde geçtiğimiz Temmuz’da New York Times’in yüzyılın en etkili 100 kitabını seçmek amacıyla çeşitli sanat,akademi, kültür ve okur çevreleri arasında yaptırdığı ankette gelecek yüzyılın en iyi edebi kitapları arasında Elena Ferrante’nin Napoli Romanları birinciliğe layık görüldü.

Bu liyakat elbette tesadüf veya torpil değildir. Zira Ferrante’nin okurları yazarın bundan çok fazlası olduğunu biliyor. Ancak bu birinciliğin edebiyat severler kadar toplumsal olaylarla edebiyat yazarlığı arasındaki iletişim ve etkileşim içinde yeni mesajlar taşıdığı açık. Sadece edebi konu ve kişiler değil, yazarın profil ve performans değişmine uğraması edebiyatın alacağı sorumluluklar açısından önemli. 

2021’de verdiği bir röportajda sarfettiği şu sözler Ferrante’nin salt yazmak ve edebiyatcı etiketi ile oyalanan bir yazar olmaktan ziyade gelecek kaygısını derinden taşıyan bir düşünce insanı olarakta olaylara baktığını gösteriyor. 

“ Kadın olmak büyük bir serüven ve olağanüstü bir fırsat. Bu daha da gelişecek, daha yeniden yaratacak koca bir dünya var. Kim bilir, belki de erkekler kadın olmak isteyecekler.”

Ne yazık ki kadınların durumunu edebi naiflikle yorumlayan Ferrante’nin “büyük bir serüven”olarak nitelendirdiği fırsat hali, bugün yeryüzündeki sayısız kadın için kadınlık, annelik ve etnik sorun bağlamında büyük bir şansızlığa tekabül ediyor. Kadınlar mevcut tüm siyasi ve şahsi özgürlükler bağlamında totaliter sistemlerin karekteri yüzünden eskisinden çok daha fazla sorunla yüzyüzeler.  

 Jina Emini’nin Eylül 2022’de İran devleti tarafından katledilişini protesto eden gösterilere katıldığı gerekçesi ile 6 Ağustos’ta idam edilen Kürd Reza Resai’nin annesinin yaktığı ağıt ve mezarının başına konulan beyaz kağıt Ferrante’nin altını çizdiği serüvenlerin coğrafyalara özgü aldığı şans ve trajedilerin farklı bir örneğidir. 

Reza Rasai’nin annesi ve benzerlerinin insanlık nezdindeki görülmezliği, duyulmazlığı bizlere kadın haklarının 

 uluslararası garantiler olmadan sağlam bir ifade ve yaratıcılık ortamına erişmeyeceğini bir kez daha gösteriyor. 

Elena Ferrante’nin gelecek yüzyılın en etkili yazarı seçildiği 14 Temmuz’dan bu yana 49 Kürd, 12 Beluc, 6 Gilak ve 12 Kadın çağımızın Kartacası olan İran devletince idam edildi ve binlercesi işkence altında aynı sonu bekliyor. 

Bu nedenle çağımızın Kartacası olan İran devleti ve benzerleri yıkılmadan, gelecek çağın kadınları o büyük serüvenin bir parçası olamaz.Geleceğin kadınları ancak ; idam edilmeyen, işkence görmeyen ve hapishanelerde evladı olmayan annelerin varlığı ile mümkün olur. 

 Evet kadınlar özgür olmalı. Ama Kartaca’lar yıkılmadan kadınların özgür serüvenlere atılması çok zor görünüyor. 

Bu yüzden Karcataca yıkılmalıdır. 

İyi pazarlar! 

İlginizi Çekebilir

Paris 2024 Olimpiyatları: Çin 90 madalya ile liderliğe yükseldi
Polis İstanbul’da Kürtlerin düğününü bastı; 5 kişi gözaltına alındı

Öne Çıkanlar