Yeni bir yıla girdik, bir yüzyıldan; bir, yirmi yıl yedik. Hayatında hapishanenin bu kadar doğal bir hale geldiği başka bir ülke var mıdır acaba yeryüzünde… Dört kuşaktır hapishanede büyüyoruz.
Bazen seksen, doksan, iki bin doğumlu tutuklulara rastlıyorum, içim burkuluyor; arkadaşları üniversite kürsülerinde ders verir ya da ders alırken onlar içerdeler.
Biliyorum hapishane denilince anılar biter ve herkesin hapishane anılarının olduğu ülkede yaş ve sınır gözetmez yasa… Ve yine biliyorum ki hapishane bir “tutsak”lık hali değildir, bir yolculuk halidir…
İşte ilk mektubum sanadır sevgiliyi yeğenim Mehmet Oymak…
Biz çocuktuk ve sen gözlerimizin önünde alınıp götürüldün, bir dipçik darbesiyle burnun kırıldı, seneler sonra seni gördüğümde, o kırık burnun eğikti, kemik bir biçimde yerini bulmuş, kaynamıştı…
Sonra yine hapse girdin, çıktın, bir daha, bir daha; şimdi, altmış bir yaşına basıyorsun, yeni duydum bütün dişlerin dökülmüş, bir kez de kalp krizi geçirmişsin, buna rağmen gülüyorsun belki, bütün Kürtler yılbaşında doğdular diye, öylesine bir hesap işte ve işte, seni hepi topu gördüğüm birkaç sene, gerisi hep içerde; yirmi küsur sene, söylemesi kolay, yaşaması zor…
İyi ki doğdun sevgili yeğenim…Orta okulda sana mektuplar yazardım, incelikle bitirirdin mektuplarını? O zamanlar moda mıydı bilmiyorum, şöyle bitirirdiniz mektupları: Dostça kal, esen kal, ds selamlar, tüm kalbimle vs.
Ve sen benim sevgili arkadaşım Ruşen Özkan, şimdi boyun ne, kilon ne, ayakkabı numaranı unuttum; yirmi sekiz yıldır içerdesin, senelerdir mektup yazarım sana, elbise bakarım sana, boyuna uyar mı düşünemem…
Otuz yıl öncede kaldık, şehirler değişti, adresler değişti. Hep aklımdasın, lise arkadaşım, hatırlarsın, dergi çıkartırdık, bazen fanzin, bazen “harbisinden harbi” edebiyat dergileri…
Bir keresinde adres bildirecek yerimiz yoktu ve baban postane müdürüydü, bize bir kutu verdi, mektuplar oraya geldi… Baban yaşıyor mu? O zamanlar beyaz saçları vardı…
Sahi sen nasılsın?
İyi misin?
Zamanı affet Ruşen, zamanı af et; yaşın, affettiğin zaman kadar ve senin günlerin, senin affınla bir değer kazanabilirler, zamanı affet; erdem, seni affetmeyeni affetmektir, zamanı af et; affetmenin ne olduğunu ancak sen bilirsin, senin kalbin bilir, yüreksizlerin dünyasında af diye bir şey yoktur, zamanı af et, o seni affetmedi hiç. Zamanı affet.
Bir gün Urfa’da, hepimizin çok sevdiği Balıklı Göl’ün kıyısında bir araya geleceğiz; biliyorum, biliyorsun, orası bir göl değildir, o göl bir düğümdür, suyla toprağa atılmıştır ve bizler, o düğümlerin birer ipleriyiz işte, kimse bilmeyecek nerde, nasıl birbirimize bağlandık diye…
Arkeologlar yeni yeni deşiyorlar, bilim için yeni olan, bizim için eskidi; Göbekli Tepe varken ne Mısır’ın piramitleri ne çanak çömleğin bilgeliği bir şey söyler bize. Hapis senin atıldığın, kaldığın bir yer değildir Ruşen, hapis yolculuktur, senin, kendine yolculuğun…
İyi seneler Ruşen, iyi seneler.