Açık konuşmak gerekirse dünkü Putin – Erdoğan görüşmesinde bir uzlaşının çıkacağı; ateşkesin sağlanacağı ve herkesin olduğu yerde kalacağı bekleniyordu fakat, yükselen gerilimin bu kadar çabuk düşeceği ve tarafların aralarında hiçbir sorun yaşanmamış gibi bir görüntü vereceği tahmin edilmiyordu.
Görüntü aldatıcı mıydı, sahici miydi bir yana taraflar açısından olumluydu ve buna oldukça özen gösterildiği anlaşılıyordu. Erdoğan, Putin’e ‘kabul için’ kaç kez teşekkür etti, Putin vur emrini verdiği Türk askerleri için kaç kez ‘taziye’ diledi sayamadım ama, ifade ettikleri gibi ‘aralarındaki iyi ilişkileri’ sürdürme kararlılığı sergilemeleri önemliydi ve aslında gerçekçi olan da buydu.
Aklı başında kimse iplerin kopacağını beklemiyordu zaten. Çünkü, bunun zemini yoktu. Kritik bir restleşme yaşanmış, taraflar sınıra dayanmıştı ve bundan sonra ya bir adım ileri gidecek, açıktan savaşa gireceklerdi ya da bir adım geri çekilecek ve zamana bırakacaklardı.
İki taraf da bir adım geri çekildi, geri çekilirken ama birbirinin elini de bırakmadı.
Gelecekte de bırakacak gibi görünmüyorlar zira, sadece Suriye’de değil, Türkiye- Rusya arasında enerjiden savunmaya birçok alanda güçlü ilişkiler var ve bu ilişkilerin kalıcı olacağı, geleceğin de bunun üzerinde şekilleneceği görülüyor. İki ülkenin de bu ilişkileri çökertme lüksü bulunmuyor.
Öte yandan Rusya, her ne kadar Kürtler ve Kürdistan meselesi nedeniyle Amerika ile sorunlar yaşasa da Türkiye’nin bu ülkeyle yakınlaştığını görüyor ve sanılanın aksine Amerika ve Avrupa ile ilişkileri kötü değil, iyi olan bir Türkiye’nin kendi çıkarları açısından daha iyi olacağını düşünüyor.
Dünyanın değişen koşulları, oluşmakta olan yeni küresel sistemin zorunlulukları bunu Rusya için gerekli kılıyor.
Ortadoğu’ya ve Afrika’ya açılan, bu bölgelerde stratejik hedefler peşinde koşan, bir yandan İsrail ile diğer yandan Arap dünyasıyla yeni ilişkiler kuran Rusya, yeni sistemin önemli bir dinamiği olarak yükselişini sürdürmek istiyor.
Bu nedenle de batı dünyası ile çatışmayı değil, uzlaşmayı tercih eden bir politika izliyor. Ortadoğu’da Putin’e alan açılmasına göz yuman Trump’ın da onu desteklediği, cesaretlendirdiği görülüyor.
Bütün bunların bölgede İran, dünya genelinde Çin ile alakası var ama konu dağılmasın.
Demek istediğim; Moskova’daki dünkü masada sadece Rusya ve Türkiye yoktu, Amerika, Avrupa Birliği, İngiltere ve İsrail de vardı. Günler öncesinden başlayan çağrılar, Moskova nezdinde artan diplomasi trafiği, açık- gizli pazarlıklar bu sonucun çıkmasına yol açtı.
Bundan böyle Suriye ile ilgili gelişmeler böylesine bir ‘çoklu inisiyatifle’ sürdürülecek. Bunun üzerine düşünmek, Suriye meselesinde ezberleri bir kenara itmek gerekiyor.
Her şeyden önce Suriye’de Astana ve Soçi süreçlerinin sona erdiğini, Rusya, Türkiye- İran üçgeninin parçalandığını, bunun yerine Rusya-Amerika+Avrupa-Türkiye üçgeninin oluşmakta olduğunu görmekte yarar var.
Yeni dönemde Suriye ile ilgili gelişmelerde İsrail’in de arkasında olduğu bu ekseninin etkili olacağı anlaşılıyor. Kırılgan da olsa Moskova’dan çıkan sonuca böyle bakmak gerekiyor.
Suriye meselesi İran’ın önemli bileşenlerinden biri olduğu Astana’dan, Amerika ve Avrupa’nın etkili olacağı Cenevre’ye taşınıyor ki son İdlib krizi bu süreci hızlandırmış görünüyor.
Amerika, Avrupa Birliği ve İngiltere Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde ‘’Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararıyla uyumlu siyasi süreç’’ için Cenevre’yi adres gösteriyordu ve Rusya’nın bunu hızlandıracağı ve Türkiye’yi de yanında tutacağı anlaşılıyor.
Diğer yandan; İdlib’de ateşkesin sağlanmış olması, ‘yeni statüko için’ uzlaşının sağlanmış olması önemli ancak, bunun Cenevre’den bir sonuç çıkıncaya kadar kalıcı olması da zor görünüyor.
Süreç çatışmaların da yaşanacağı inişli-çıkışlı bir seyir izleyecektir. Birincisi İdlib’deki terör örgütlerinin tasfiyesi ve entegresi çok kolay değildir. İkincisi İran’ın hiçbir şey yapmadan süreci izlemesi de mümkün değil.
Suriye’nin İran’ın askeri ve siyasi vesayetinden çıkarılması süreci İdlib’den başladı diyebiliriz fakat, bunun sorunsuz olacağını söyleyemeyiz. Dolayısıyla yeni çatışmalar, zirveler, pazarlıklar olacaktır ancak, bunlar artık Astana formatına göre değil, Birleşmiş Milletler’in formatına uygun ele alınacaktır.
Son olarak; Türkiye’nin Rusya ve İran’la Astana’da kurduğu kırılgan ittifak İdlib’de dağılmıştır. Şimdi yeni ittifaklar kurulmaktadır.
Bu koşullar Suriye Kürtlerinin Amerika ve Avrupa ile bağlarını güçlendirmeyi gerekli kılmaktadır.
‘Suriye’de Kürt sorunu diye bir şey yoktur’ diyen Esad’ın ve her koşulda kendi çıkarlarını önceleyen Rusya ve İran’ın Kürtlere vereceği bir şey olmadığı açıktır.
Türkiye’nin Kürt düşmanlığını önlemenin ve bu ülkeden kaynaklanan tehditleri bertaraf etmenin de, yeni Suriye’de önemli bir yer edinmenin de yolu uygar dünyanın aktörleriyle ve uluslararası demokratik toplumla ilişkileri sıkılaştırmaktan ve toplumsal birikimlere nitelik kazandırmaktan geçiyor…
Suriye meselesi uluslararası masaya giderken, Şam’a gitmek, ‘Kürt diye bir şey yoktur’ diyen Esad’la görüşmek zaman ve enerji kaybıdır artık…