Toplumsal yaşamdaki evrimsel dönüşümün fiziksel bir yanı vardır, yani gözle görülür bir şekilde zaman ve mekana bağlı kalarak bu değişime şahitlik ederiz .
Doğada yaşayan tüm canlılar için temel gerçek doğum,yaşam ve ölüm ile sınırlandığından bu gerçeklik bizler tarafından kabullenilmiş olup, evrimsel değişimin hayatın doğal bir parçası olduğu fikri ile bilincimiz şekillenmiştir. Tüm paradigmalar bu farkındalığın eseridir.
Bizlerin toplumsal yaşamı, avcılıktan toplayıcılığa, ordan kabile yapılanmasına, ardından şehir devletlerine evrilirken, bu değişim ve dönüşümü toplumsal yaşamın maddi gerçekliği ile değişimin neden ve nasıl başladığını mantık kuralları, fizik yasaları ile açıklayarak izafi bir tatmine ulaşırız.
İnsanoğlu yaşadığı gezegen ve içinde olduğu evrenin yasalarını ifşa ettikçe, evrimsel sürecin bilimsel bilgiye dayalı izahı güçlenerek tatminkar bir aşamaya ulaşmıştır.
Devrimsel dönüşümlerin başladığı zaman dilimlerinde ise durum bambaşkadır.
Toplumsal yaşamın gidişatına dışsal yani devrimsel müdahaleler anlaşılması zor gerçekliklerdir. Bunun nedeni zaman ve mekandan bağımsız olarak ortaya çıkardığı ani, beklenmedik devasa alt üst oluşlardır.
Toplumsal yaşamı radikal bir şekilde değişime uğrattığı için bu müdahaleler her zaman ilgi çekici ve araştırma konusudur. Bazen radikal değişimler neden ve sonuçları açısından kendi içerisinde bir tutarlılık barındırsa bile her zaman kuşkulu bir yaklaşımın cenderesindedir.
Çünkü radikal değişimler insan aklının, hırs ve arzularının, örgütlülüğünün, gücün ve maddi donanımların belirli bir amaç çerçevesinde bir araya getirilmesi ile vuku bulur.
Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesi 1. Dünya Savaşı’nın temel nedeni değildiyse, Almanların Polonya’yı işgal etmesi de 2. Dünya Savaşı’nın temel nedeni değildi. Ya da Saddam’ın elindeki kıyamet bombası iddiası Irak işgalinin gerekçesi olamayacağı gibi…
O yüzden olayları yorumlamak,analiz etmek ve toplumsal açıdan anlaşılmasını sağlamak ayrı bir beceri gerektirir.
Bu işi siyaset bilimciler, tarihçiler, sosyologlar, ve teoloji uzmanları üstlenir. Bunların üstlendikleri görev genellikle devrimsel değişimleri zaman ve mekan bağlamı içerisinde neden sonuç ilişkileri ile ele alarak analiz etmek ve bu bilgiyi kamuya sunarak var olan soru işaretlerini kaldırmak, ve ortaya çıkarılan sonuçlar üzerinden toplumsal yeniden şekillenmeye hizmet etmektir.
Ne var ki bu analizler bazen toplumlar tarafından kolay kolay hazmedilemez , kabullenilmez ya da tatmin edici analizler olarak görülmez. Bu tür durumlarda komplo teorisyenleri devreye girer ve anlaşılması güç olguların toplum tarafından anlaşılmasını sağlamaya yönelik farklı analizler üreterek belirli bir inanç grubu oluşturmaya çalışırlar.
Komplo teorilerinin tarihçesini internetten araştırdığınızda karşınıza uzun bir liste çıkar. Bu listeden başlayarak günümüz komplo teorilerini karşılaştırdığımızda ilginç benzerliklerin olduğunu görürsünüz.
İngiltere’nin Norwıch kentinde 1144 yılında Yahudilerin dini bayramı olan bir pesah sabahı Hıristiyan bir çocuğu kaçırarak İsa gibi çarmıha gerilerek öldürüldüğü söylenir; bu ritüelin Yahudi inancında varolduğu iddia edilerek, Yahudi düşmanlığı körüklenmiştir.
Bu komplo teorisi çok sayıda Yahudi’nin ölümüne neden olmuştur.
- yüzyılda Yahudilerin içme suyu kaynaklarına zehir kattıkları ve böylelikle Hıristiyan nüfusunu azaltmayı amaçladıkları iddia edilmiştir.
Hatta Mozart’ın Masonlar tarafından öldürüldüğü de ayrı bir komplo teorisi olarak tarihin sayfalarında yerini almıştır.
Günümüzde de komplo teorisyenlerinin Yahudiliği ve Yahudilik inancını hedef göstermesi devam etmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri Yahudilerin dünya ekonomisinde hatırı sayılı bir güce sahip olmalarından kaynaklanmaktadır.
Komplo teorisyenliği bir meslektir ve tarihin her döneminde popülaritesi yüksektir ve bu özelliğini korumuştur. Sosyolojide ve psikolojide önemli bir yere sahiptir. Günümüz dünyasında hatırı sayılı bir kitle tarafından ciddiye alınmaktadır.
Kennedy suikastinden tutun da Marilyn Monroe’nin ölümüne, ABD’nin Ay’a seferinden 11 Eylül olaylarına ve son olarak Corona epidemisine kadar bu olaylar popüler komplo teorilerinin başını çekmektedir.
Bu kez hedefte direkt Yahudilik olmasa da, küreselleşmenin baş aktörleri Bill Gates, Rothschildler, Rockefeller, İlluminati aileleri komplo teorisyenlerinin ana hedeflerinden bazılarıdır.
Bu listeye Marc Zuckerberg, Jeffy Bosz u da ekleyebilirsiniz. İsmini verdiğim bu isimlerin kişisel servetleri bir çok ülkenin ulusal gelirlerinin çok çok üstündedir.
Aslında günümüzde komplo teorilerinin altında yatan gerçek ortaya çıkan küreselleşme ile beraber ulus devletlerin pastadan daha büyük pay kapma savaşını nasıl meşrulaştıracağının çabasıdır.
Tarihin her döneminde insan türü olarak aramızdaki gelir dengesizliği büyük savaşların temelini oluşturmuştur.
Ve bu savaşları kitlelere mal etmek için dinler,ideolojiler mükemmel bir şekilde kullanılmıştır. İslam yayılmacılığından, Haçlı Seferlerine, Napolyon’dan, Lenin’e , azınlıkların amacı doğrultusunda, toplumlar gerek dinsel gerekse ideolojik motiflerle savaşa sürülmüştür.
Bugün de böylesi bir savaşın içindeyiz. Bir yanımız küreselleşme, bir yanımız ulusalcılık. Ulusalcı komplo teorisyenleri küreselcileri hedef alarak saldırı yağmuruna tutuyorlar.
Corona salgınının küreselciler tarafından çıkarıldığı asıl amacın devlet ekonomilerini batırarak, güçlerini zayıflatmak, globalizme biat ettirmek, insanlara mikroçip taktırıp hacklenebilir hale getirmek.
Bu konuda daha önce de araştırmalarım olduğu için şunu samimiyetle söylemeliyim ki, bu çalışmaların hemen hemen hepsi yani mikroçip entegrasyonu veya bioyolojik silah çalışmaları devletler ve onlara bağlı özel şirket veya organizasyonların güdümünde.
Bunun asıl planlayanlar ulusal güçler olarak adlandırabileceğimiz güç odakları. Çok üzak değil Hitler’in deneylerinden tutun da nükleer savaş başlıklarına. Fosfor bombalarından kimyasal bombalara hepsinin devlet menşeli olduğunu gördük ve yaşadık.
Tüm bu tecrübelere rağmen öğrenmemiş olacağız ki başımıza gelen her musibetten bir dış düşman yaratarak sorumluluğu ona yükleyerek kendimizi ikna ediyoruz. Çünkü hayat böyle daha rahat yaşanılabilir hale geliyor.
Aksi halde toplumsal uzlaşma ve kamuoyu desteği sağlanamaz…
/Devam edeceğim/