(Yazi üç)
Merhaba sevgili okur; Bir yazı daha yazdım…
Yazar değilim, yazanım ben.
Acıyı, kederi, hüznü, tasayı yazanım ben.
Sevinci, mutluluğu yazanım ben.
Sabırsızı, tez canlıyı yazanım ben
Kıskancı, dedikoducuyu, yalancıyı size hatırlatanım ben.
Gördüğümü, duyduğumu size iletenim ben, tanıdığınız, dokunduğunuz ama üzerinde düşünmediğinizi yazıya dökenim ben…
Ben Hindistanlı, Güney Amerikalı, Mezopotamyalı veya Mısırlıyım.
Genç sayılırım; altı yedi bin yıldır yaşarım
Köklere inenim ben. Yağmur’u çok sevmem ben…Yağmur yani hayat kaynağı, doğayı canlandıran o…‘’Yağmur’’ da sevilmez mi ya!
İtirazlarınızı duyuyorum; haklısınız.
Ama ben her damla yağmurda tanesi, yaprakları, çiçekleri kırılanım. Garip gelecek biliyorum ama ben suyu çok seven, yağmur yağdığında ise emekçiler ile ağlayanım…
Ben, topraktan gelen, suya kavuşan, büyüyen, serpilenim…
Ben özen gösterilen, şefkat görenim, sevgiyle sarmalananım.
Aç karınları, incecik bedenleri, çatlamış derileri, minicik elleriyle beni büyüten emekçilerin çocuğuyum ben.
Binbir emekle büyüyen, gelişen ve sizlerle yaşayanım ben.
Çok şey gördüm geçirdim; Tiranlar, zorbalar nice diktatörler gördüm.
‘’Büyük keşifçi’’ olarak bilınen ‘’keşfettiği’’ yerlere istila, sömürü, acı ve vahşetten başka bir şey götürmeyen ‘’soyluları’’ tanıdım ben.
İşgal ettiği toprakları ‘fetih’ diye pazarlayan düzenbazlar tanıdım ben. Bir de bu ‘’sultanların’’ dalkavuklarını, yardakçılarını, evet efendimcilerini gördüm ben…
‘ Amaca ulaşmak için her şey mübahtır’ diyenlerden değilim ben…
Kendi tarihini bile bilmeyen, izlediği filmler ve dizilerle tarih öğrenenlerden değilim ben.
İşgal edilen toprakların sahibiyim ben.
Yurdunu, toprağını seven, bunun için bağıran ve işgalciye ilk taşı atanım ben.
Gözyaşlarım hep hakikidir. Tarih anlatır. Ve onca kötülük içinde hayatı güzelleştirmeyi görev edinenlerdenim.
Tanıdımadıysanız, biraz daha anlatayım kendimi…Ben kök, sap, yaprak, çiçek ve tohumdan oluşurum.
Alüvyonlu ve kuvvetli toprakları severim.
Derin sürülmüş ve iyi gübrelenmiş topraklara Şubat ayında ekilen, Ağustos ve Eylül’de hasat edilenim ben
Tanıdınız mı beni?
Pamuk’um ben…
Evinden, toprağından sürülmüş, naylon çadırlarda yaşayan kadınların, çocukların nasırlı elleri ile topladıklarıyım ben.
Pamuk’um ben…
İplik olurum, yağ olurum, kumaş olurum…Yani teşbihte hata yoksa, ‘’kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi, kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni…’’
Kâh iplik olur yokluğun ve yoksunluğun mekanlarında eskimiş yırtılmış elbiselerinizi dikerim, kâh ‘pamuk’ olur yaralarınızı sararım…
Elbise olup sizi sarıp sarmalarım ve aynı zamanda rüyalarınızın da ‘’bekçisiyim’’ ben.
Acınızı, sevincinizi paylaşan, kederinizi hüznünüzü yaşayanım ben
Pamuk’um ben; Apak’ım…
‘Yaşaşın Ölüm’ diyen ırkçı kafalardan değilim ben. Afrika’dan gemilerle getirilip köleleştirilen siyah ellerin o uçsuz bucaksız tarlalarda bana dokunmasını çok severim. Beyazım ama damarlarımda ki ‘’kan’’ siyah akar…Siyah kanlıyım ben.
Gönlü bir akarsu gibi alıp götüren ekmekten yana bir kara sevda, Pamuk’um ben.
Masum yürekler kadar tertemizim ben…
Topraktan gelen, suya kavuşan, büyüyen, serpilen sizi sarıp sarmalayanım ben…
‘’1 kg demir mi yoksa 1 kilo pamuk mu daha ağırdır’’ sorusuna ‘’pamuk daha hafiftir’’ diye cevap veren güzellerdenim ben…
Not : Pamuk’un ekiminden toplanmasına, fabrikada işlenmesinden evimize gelinceye değin bize ulaşması için her aşamada emek harcayan, alın teri göz nuru akıtan tüm emekçilere saygı ve minnet ile…