10 Aralık 1948 tarihi, Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul edişinin 71.yıl dönümü. Bu vesilesiyle, insan hakları örgütleri, evrensel insan hakları karneleri açıklar.
Türkiye’de de İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın her yıl rapor yayınlaması bir gelenek.
Bu yılın raporları, Türkiye’de ve dünyada insan haklarının derin bir kriz yaşadığı tespitiyle başlıyor. Yapısal ve fiziki şiddetin tüm topluma dayatıldığı, bu nedenle insan haklarına ve demokrasiye dayalı barış içinde ortak yaşam idealinin büyük bir tehdit altında olduğu vurgulanıyor.
2019 yılının ilk 11 ayının verilerine göre Türkiye’de insan hakları konusunda 2018 yılına göre ciddi geriye gidiş söz konusu. İnsan haklarının temeli ve olmazsa olmazı hiç kuşkusuz yaşam hakkıdır. Yaşam hakkı ise sadece sağ kalabilmek, işkence ve kötü muameleye maruz kalmamak, öldürülmemek değildir. Yaşam hakkı sosyal, siyasal iyilik ortamında sağlık ve huzurlu bir ömür sürmektir.
Sanırım temel insan hakları konusunda fikir sahibi olan ve akli melekeleri yerinde olan hiçbir yurttaş, ülkemizin bu konuda iyi durumda olduğunu iddia edemez.
Bu konuda birkaç küçük veri sunmakla yetineceğim. İHD verilerine göre 2019 yılının ilk on ayında 1784 yurttaş sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına almış. Bunlardan 386’sı tutuklanmış. Türkiye’de 2019 yılında 59 gazeteci tutuklanmış.
Ahmet Altan 1140 gündür tutuklu. Üç gün önce AİHM hak ihlali ve tahliye edilmesi kararı verdiği halde Osman Kavala 773 gündür tutuklu. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş 3 buçuk yıldır tutuklu. HDP’nin iddiasına göre, Temmuz 2016 tarihinden bu yana eş başkanlar, milletvekilleri ve belediye başkanları dahil toplam 10 bin 719 kişi gözaltına alınmış, 2 bin 251 HDP’li tutuklanmış.
Bu rakamlar Türkiye’de sosyal ve siyasal iyilik ortamının olmadığını göstermeye yeter. Ülke içindeki siyasal tabloya, sınır dışındaki siyasi ve askeri müdahalelerin yol açtığı hak ihlallerini ve siyasal, sosyal sonuçlarının yarattığı insani trajediyi eklediğimizde, sorunumuzun boyutlarının derinliği daha net görülüyor.
Bunun için Suriyeli mülteciler konusunda iki veriyi karşılaştırmak yeterli olacak. Son Türk-İş Genel Kurulunda alışık olmadığımız bir şey oldu. Araştırmacı Adil Gür delegelerle Suriyeliler konusunda yaptığı bir saha araştırmasının sonuçlarını paylaştı.
Adil Gür’ün araştırma verilerine göre, Suriyelilerin yüzde 44’ü oluşturulacak güvenli bölgeye gitmek istemiyor. Yüzde 30 kadarı da “Belki giderim, belki gitmem” diyor. Bu cevapların iki nedeni var, yaşamların tehdit altında olması yani can güvenliği ve ekonomik kaygı. Kısacası Türkiye’nin “güvenli bölge” projesi, Suriyeli mülteciler tarafında büyük ölçüde kabul görmüş değil.
Diğer taraftan KONDA’nın yaptığı ankete göre, insanlar AKP tabanında yüzde 59.0, CHP tabanında yüzde 82.6, MHP tabanında yüzde 63.6, HDP tabanında yüzde 71.6 ve İyi Parti tabanında yüzde 61.8 oranında oranında seçmen Suriyeli mültecilerin Türkiye’de yaşamalarından memnun değil.
Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi’nin 45. Maddesi, himaye gören kişilerin zulüm görme olasılığının bulunduğu bir ülkeye geri gönderilemeyeceğine hükmeder. Bu ne yaman çelişki. Devlet Suriyeli mültecileri istemedikleri ve zorla zapt ettiği bir yere gönderme hazırlığı yapıyor; insanlar ise ülkelerinde bu insanlarla birlikte yaşamak istemiyorlar.
Mülteci haklarının, insan haklarının bir parçası olduğunu unutmayalım. Evet insan, haklarıyla insandır. Ama başkalarının haklarını savundukça daha fazla insanlaşır.