Ali Engin Yurtsever: Kayyımlar ve Mücadele

Yazarlar

        Başka bir bahara kaldı, “yumuşama” çiçeğinin açması. Erdoğan’ın açıklamasına bakıp da umut besleyenler derin bir hüsran yaşıyorlar şimdi. Herkesin beklentisi başka olunca Erdoğan’ın açıklamasına ayrı ayrı anlamlar yüklendi. Kemalistler; Gezi tutsakları, 28 şubat hükümlüleri ve birkaç yasa değişikliğine razıydılar, Kürtler ise parçalı bir tutum sergilediler. Kimileri “bir daha kayyım atamayı düşünmezler” diye elde edilen belediyelere razı olduklarını ve görece baskıların azalmasını istediklerini ve adeta başka bir beklentilerinin olmadığını ima ederek, kimileri ise gerçeğe yakın bir tutum alarak başta siyasi tutsakların özgürlüklerinin verilmesi ve Kürt sorunun demokratik yollarla çözümünün temel şart olmasını beklediler.

En gerçekçi tutum ise bu devletin yapısını bilerek mücadele edenlerin (Kürt siyasetçilerinin bir bölümü, savaşçıları ve Türkiyeli devrimcilerin) aldığı tutum oldu. Politika yapmayı söylenen sözlerin çıplak haliyle alınması olduğunu düşünenler ise  Kürdistan özgürlük hareketinin açıklamasını mücadeleden vazgeçilerek Kemalizme rota kırıldığı şeklinde yorumladılar. Oysa kırk yıldan fazla bir zaman dilimine yayılan bu mücadelenin temel perspektifi ve stratejisi görmek isteyenlere apaçık bir sekilde görünüyor. Bunca bedel ödemiş bir hareketin ve üstelik her gün en ağır insanlık suçları işlenerek maruz kaldığı saldırılar karşısında tavrının net olmadığını düşünmek siyasal olarak yetersizliğe işaret eder. Bir geri adım atılacak olsaydı çoktan atılmıştı.

      Kayyım atanması Van’da denendi ancak büyük bir direniş karşısında devlet geri adım attı. Çıkarılması gereken en büyük ders: halkın örgütlü ve döneme uygun bir politik gerçekçiliğe hazır olarak sokaklara çıkmaktan çekinmeyeceği dersidir. Nasıl bir baskı uygulanırsa uygulansın, halk mücadeleye hazır, öncüsünün örgütlü eylemlerini beklemektedir. Neden ‘başka talepler karşısında sokaklara çıkılmıyor’ sorusunun tek cevabı yoktur. Bir anlamda halkın kimi zaman politik adımlar anlamında örgütlü mücadeleyle makas açımı yaşadığını, talepler farklılaştığı zaman kendisine uygun gerçekliğin gündeme gelmesi durumunda hemen tavır almasını kısa bir cevap olarak yazabilirim. Bunun dışında kitlelerin ayağa kalkması tarihsel örneklerinde görüldüğü gibi uzun zamana yayılmaktadır.

     Belediye yönetimlerinde ısrar edip etmemek sorunu önemini yitirmeden gündemde duruyor. Kimi zaman görünür olmasa bile artan bir şekilde keskinleşen bir noktaya doğru gidiyoruz. Devletin kuruluş ilkelerinden ödün vermemesi bir yana, “Kürt” deyince muleta görmüş boğa gibi saldırıya geçiyor. Ne demokratik degerlere dayalı insan hakları, ne de yüzyıl boyunca Kürtlerle savaşmasından ders çıkarmak. Değişmeyen, değişmeyi de varlığının tehlikesi olarak gören bu devletin son noktada Kürtlere vereceği tek şey: ölümün kollarına teslim etmektir.

     Devlet kurumlarını oluşturan bürokrasinin çökmesi, yasama, yargı ve yürütmenin tek kişide toplanması karşısında kaçınılmaz olarak çöken ekonomi ve çürüyen toplumsal yapının halen ayakta durmasının nedenleri çok çeşitlidir. Ancak konu açısından yazılması gerekenler: henüz kapitalist sistemin güçleri tarafından Türk devletinin askeri ve politik yapısına duyulan ihtiyaç ve Ortadoğu’nun yeni dönemde nasıl şekilleneceğinin netlik kazanmamış olmasıdır. Diyalektik olarak net olan tek şey: Türk devletinin bu haliyle bir geleceğinin olmayacağıdır. Ne restorasyon ihtiyacı, ne politik sürece uygun olarak yapılan devlet yetkililerinin açıklamalarının ciddiyeti, ne de tarihsel değişimi görebilen bir devlet bu. Günlük çıkarlarıyla şekillenen, en uzun vadeli olarak da geçen yüzyıla dönmeye çalışarak “Misak-i Milli” hayaliyle planlanmış adımlar atmaktan başka bir hedefleri yok. Güney Kurdistan’ı işgal etmelerinin nedenlerinden biri de bu yarım kalmış heves. Ortadoğu’nun şekilleneceğini görüyorlar ama o şekillenmeden kazançlı çıkacaklarını düşünüyorlar. Oysa bin yıldır oluşan sorunların temel nedenlerinden biri olduklarını, sorun çözmek yerine sürekli sorun oluşturduklarını bu yüzden dağılıp gideceklerini göremiyorlar. Tıpkı şiirdeki gibi: “pamukladı mıydı kavaklar, ardından kiraz gelir”. (N.H.) Pamukları görüp, kirazı görememek hali bu.

      Hakkari belediye eş başkanının alelacele tutsak edilip ağır cezaya çarptırılması, devletin yeni dönemde atacağı ilk adımın işaret fişeğidir. Bir süre sonra devamını getirecekler. Hiç kimse bu durumun burada kalacağını sanmasın. Devletin geçmişten beri politikası Kürtlerin dağlardan ayrılmaması ve böylelikle “terörist” sıfatını hep taşımasıdır. Siyasal olarak ortaya çıkan Kurdistan özgürlük mücadelesinin politik görünürlüğü kimlik, kültür, uluslararası kabul ve birçok şeyi de beraberinde getireceği için Türk devleti açısından bu durum kabul edilemezdir. Bir başka tartışma konusu ise Türk politik sisteminde kalmanın, politik hedeflere bu devlet içinde ulaşmanın gerçekçi bir hedef olup olmayacağıdır. Mücadele her alanda verilmelidir ama o mücadele verilirken hedeften sapma yaşanmamalıdır. Bu nedenle sömürge ve sömürgecilik ilişkisini asla unutmamak gerekir. Bir dilin kaybolmasının, dile bağlı olarak da kültürün ve giderek de kimliğin kaybolmasının en büyük nedeni ekonomik hayatta kullanılan dilin ağırlığıdır. Eğer Türk dili Kürtlerin ekonomik hayatını belirleyecekse kaçınılmaz olarak asimilasyon engellenemez. İstenildiği kadar dil eğitimi verilsin. Kendi dilinin pazarını yaratamayan bir halk, mutlaka kullandığı pazarın diline entegre olur. Entegre edilmiş bir hayat yerine varlıklarını koruyan hayatların gerçekliği kabul edilmelidir.

      Henüz hazırlığını tamamlayamadığı, gücünü tam anlamıyla hazır hale getiremediği ve ‘gereken izni’ alamadığı için Rojava’ya saldır(a)mıyor Türk devleti. Bunları yerine getirdiği anda maskesini çıkarıp, demir eldivenini giyip saldıracaktır. Toplumların haklarını almalarının temel gücü mücadeleyle gelişiyor. Müzakere belirleyicilik özelliğini yitiriyor, sadece savaşın ön gerekçesini oluşturuyor. Örneğin gerekçe olarak öne sürdüğü Kurdistan Özgürlük Hareketi ve direnişi olmasaydı, Türk devleti Kürtlerin varlığını kabul eder miydi? Bizi bu noktaya getiren temel nokta özgürlük savaşçılarının varlığı ve mücadelede ısrarlı olmalarıdır. Bizi kabul edecekler ama bunu isteyerek değil, burunları sürtülünce kabul edecekler.

     Kayyım atamaları mücadelenin sürekli olarak sürdürülmesi gerçeğini dayatıyor. Ağustos ayına ertelenen KDS seçimleri de mücadeleyle kazanılacak ve bir yol açacaktır.

 

İlginizi Çekebilir

BM, İsrail’i çocuklara zarar verdiği için kara listeye aldı
Özel: Erdoğan’la görüşme ülkenin normalleşmesi açısından önemli

Öne Çıkanlar